İstanbul’da Gezilecek Yerler: Tarihi ve Doğal Güzellikler

İstanbul, tarih ve kültürün kalbinde yer alan, büyüleyici bir şehir. Avrupa ve Asya kıtalarını birbirine bağlayan tarih boyunca imparatorluklara başkentlik yapmış, kültürlerin ve medeniyetlerin buluşma noktası olan bu şehir, her köşesinde keşfedilecek benzersiz güzellikler barındırıyor.

Ayasofya’nın ihtişamlı kubbesinden Topkapı Sarayı’nın gizemli koridorlarına, Sultanahmet Camii’nin zarif minarelerinden Galata Kulesi’nin nefes kesen manzarasına kadar İstanbul, her köşesinde keşfedilmeyi bekleyen bir hazine sunuyor.

Yerebatan Sarnıcı’nın mistik atmosferinde kaybolurken, Kapalıçarşı’nın labirent gibi sokaklarında dolaşabilir, Süleymaniye Camii’nin huzur veren avlusunda dinlenebilirsiniz. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde binlerce yıllık eserlere hayran kalırken, Dolmabahçe Sarayı’nın ihtişamlı salonlarında Osmanlı döneminin lüksüne tanıklık edebilirsiniz.

İstanbul’u keşfetmek, sadece tarihi bir yolculuk değil, aynı zamanda farklı kültürlerin ve yaşam tarzlarının buluştuğu bir deneyim. Beyoğlu’nun canlı sokaklarında kaybolurken, Nişantaşı’nın şık butiklerinde alışveriş yapabilir, Karaköy’ün trend mekanlarında keyifli vakit geçirebilirsiniz. İstanbul Boğazı’nda tekne turu yaparak şehrin eşsiz siluetini izleyebilir, Prens Adaları’nda huzurlu bir gün geçirebilir veya tarihi Yarımada’da yürüyüş yaparak şehrin atmosferini soluyabilirsiniz.

Hazırsanız, tarih ve kültürle harmanlanmış İstanbul’un en gözde turistik yerlerini keşfetmeye başlayalım.


Ayasofya

Ayasofya, İstanbul’un ve hatta dünyanın en önemli tarihi yapılarından biridir. Tarihi yarımadada, Sultanahmet Meydanı’nda yer alan Ayasofya, hem Bizans hem de Osmanlı dönemlerinden kalma izlerle dolu.

Ayasofya’nın tarihi, 4. yüzyıla kadar uzanıyor. İlk olarak Bizans İmparatoru I. Konstantin tarafından 360 yılında “Megale Ekklesia” (Büyük Kilise) adıyla inşa edilen yapı, 404 yılında çıkan bir isyan sırasında yakıldı ve yıkıldı. 537 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından tekrar inşa edildi ve “Hagia Sophia” (Kutsal Bilgelik) adıyla açıldı.

Ayasofya

O dönemlerde kilise olarak kullanılan bu devasa yapı, 1453 yılında İstanbul’un fethiyle birlikte camiye çevrildi ve Fatih Sultan Mehmet tarafından ibadete açıldı. Osmanlı döneminde, camiye minareler, medreseler ve diğer yapılar eklendi. 1935 yılında, Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müzeye dönüştürülen yapı, 2020 yılında tekrar cami statüsü kazanmıştır​.

Ayasofya’nın mimarisi, Bizans ve Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini bir araya getiriyor. Yapının en dikkat çekici özelliği, 31 metre çapındaki devasa kubbesi. Bu kubbe, dört büyük fil ayağı tarafından destekleniyor ve yaklaşık 1500 yıldır ayakta duruyor. Caminin iç mekanı, mozaikler, freskler, mermer süslemeler ve hat yazılarıyla süslü. Osmanlı dönemine ait I. Mahmud Kütüphanesi de burada yer alıyor. Kütüphane, okuma odası ve kitapların korunduğu odası ile dikkat çeker.

Ziyaretiniz sırasında, Ayasofya’nın hem dış hem de iç mimarisini keşfetmek için bolca zaman ayırın. Dış avludaki şadırvan, muvakkithane ve medrese gibi Osmanlı dönemi eklemeleri de görmeyi unutmayın. Ayasofya’nın hemen yanı başında yer alan Sultanahmet Camii ve Topkapı Sarayı da gezilecek yerler listenize ekleyebileceğiniz diğer önemli yapılar arasında.

Ayasofya, İstanbul’un ve Türkiye’nin en önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri. Bu eşsiz yapıyı ziyaret ederek, Bizans ve Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini görebilirsiniz.

Sultanahmet Camii

İstanbul’un tarihi Sultanahmet Meydanı’nda, Ayasofya’nın karşısında yükselen Sultanahmet Camii, Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri ve İstanbul’un siluetinin vazgeçilmez bir parçası. 17. yüzyılın başlarında inşa edilen bu görkemli cami, mavi çinileriyle ünlü olduğu için “Mavi Cami (Blue Mosque)” olarak da biliniyor.

Sultanahmet Camii

Caminin yapımına, 1609 yılında Sultan I. Ahmet tarafından başlanmış ve 1616 yılında tamamlanmıştır. Caminin mimarı, Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’dır. Cami, klasik Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyor ve altı minaresi, büyük kubbesi ve 20 binden fazla İznik çinisiyle süslü iç mekanıyla dikkat çekiyor.

Caminin iç mekanı, ferah ve aydınlık bir atmosfere sahip. Kubbe, pandantiflere oturtulmuş ve içeriden bakıldığında oldukça etkileyici bir görüntü oluşturuyor. Caminin mihrabı, minberi ve pencereleri, mermer ve çini işlemeleriyle süslü. Caminin duvarları ise, 20 binden fazla İznik çinisiyle kaplı. Bu çiniler, lale, karanfil, gül ve sümbül gibi çiçek motifleriyle bezeli. Caminin iç mekanındaki mavi çinilerin yoğunluğu, camiye “Mavi Cami” adını vermiş.

Caminin avlusunda yer alan şadırvan, ziyaretçilerin serinlemesi ve dinlenmesi için ideal bir alan. Ayrıca, avluda yer alan türbeler de ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Bu türbelerde, Sultan I. Ahmet ve ailesinin mezarları bulunuyor.

Sultanahmet Camii, sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda İstanbul’un ve Türkiye’nin en önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri. Bu büyüleyici yapıyı ziyaret ederken, özellikle gün doğumu veya gün batımı saatlerinde giderek, caminin ışık oyunları altında nasıl değiştiğini gözlemleyebilirsiniz.

Galata Kulesi

İstanbul’un simgelerinden biri olan Galata Kulesi, büyüleyici manzarası ve zengin tarihi ile ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor. Beyoğlu semtinde, Galata bölgesinde yer alan bu tarihi yapı, şehrin en güzel panoramik manzaralarından birine sahip.

Galata Kulesi

Galata Kulesi’nin tarihi oldukça eskiye dayanır. İlk olarak MS 507-508 yıllarında Bizans İmparatoru Justinianos tarafından “Christea Turris” (İsa Kulesi) adıyla inşa edilen kule, 1348-1349 yıllarında Cenevizliler tarafından “Galata Kulesi” olarak yeniden inşa edilmiş. Cenevizliler tarafından eklenen silindirik gövde ve konik külah, kuleye bugünkü karakteristik görünümünü kazandırmış. 1445-1446 yıllarında yükseltilen kule, 1500’lü yıllarda bir depremden zarar görmüş ve Mimar Murad bin Hayreddin tarafından onarılmıştır. III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde de çeşitli restorasyonlar geçiren kule, bugünkü görünümüne 1967 ve 2020 yıllarındaki restorasyonlarla kavuşmuştur​.

Kulenin mimarisi oldukça etkileyicidir. Yığma moloz taş örgü sistemde inşa edilmiş olan yapı, dokuz katlıdır ve girişteki kitabede II. Mahmut dönemine ait bir methiye bulunmaktadır. Külah çatının altındaki seyir balkonu, şehrin muhteşem manzarasını izlemek için harika bir yerdir.

Osmanlı döneminde yangın gözetleme kulesi olarak kullanılan Galata Kulesi, 17. yüzyılda Hezarfen Ahmet Çelebi’nin, tahtadan yaptığı kanatlarla bu kuleden uçuş denemesiyle de bilinir. Bu olay, kuleye olan ilgiyi artırmıştır.

Galata Kulesi, 9 katlı bir yapıya sahip. Zemin katta müze, üst katlarda ise restoran ve kafe bulunuyor. Kulenin en üst katında yer alan seyir terası, İstanbul’un 360 derecelik panoramik manzarasını sunuyor. Burada, Tarihi Yarımada’yı, Boğaz’ı ve Haliç’i kuşbakışı görebilirsiniz.

İstanbul’da hem tarihe yolculuk yapmak hem de eşsiz manzaraların keyfini çıkarmak istiyorsanız, Galata Kulesi’ni ziyaret listenize eklemelisiniz.

Yerebatan Sarnıcı

İstanbul’un kalbinde, Sultanahmet Meydanı’nın hemen altında, tarih ve mimarinin büyülü bir buluşması sizi bekliyor: Yerebatan Sarnıcı. Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 6. yüzyılda inşa ettirilen bu devasa yeraltı sarnıcı, yüzyıllar boyunca şehrin su ihtiyacını karşılamış ve günümüzde mistik atmosferi ve etkileyici mimarisiyle ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor.

Yerebatan Sarnıcı

Yerebatan Sarnıcı, 9.800 metrekarelik bir alana yayılıyor ve 336 sütun tarafından destekleniyor. Bu sütunlar, 8 metre yüksekliğinde ve her biri farklı başlıklara sahip. Sarnıcın tavanı, tonozlarla örtülü ve yerden yüksekliği 9 metre. Sarnıcın içindeki su, Valens Su Kemeri ile getiriliyor ve sarnıcın tabanındaki havuzda toplanıyor. Sarnıcın su kapasitesi ise 80.000 metreküp.

Yerebatan Sarnıcı’nın en dikkat çekici özelliklerinden biri, sarnıcın sütunlarının bazılarının altında bulunan Medusa başları. Bu başların, sarnıcın inşası sırasında neden ve nasıl buraya yerleştirildiği hala tam olarak bilinmiyor. Ancak, bir teoriye göre, Medusa başları, sarnıcın kötülüklerden korunması için birer tılsım olarak kullanılmış.

Yerebatan Sarnıcı, İstanbul’un gizemli yeraltı dünyasına açılan bir kapı. Bu tarihi sarnıcı ziyaret ederek, Bizans döneminin mühendislik harikasına tanıklık edebilir, sarnıcın mistik atmosferinde kaybolabilir ve Medusa başlarının gizemini keşfedebilirsiniz.

Dolmabahçe Sarayı

İstanbul Boğazı’nın kıyısında, Beşiktaş’ta yer alan Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine tanıklık etmiş görkemli bir yapı. 1843-1856 yılları arasında Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan bu saray, 19. yüzyıl Avrupa mimarisinin etkilerini taşıyan zarif ve gösterişli bir yapıya sahip. Mimarisi Avrupa barok, rokoko ve neoklasik stillerinin Osmanlı mimarisiyle harmanlanmasıyla oluşturulmuş.

Dolmabahçe Sarayı

Dolmabahçe Sarayı, 285 odası, 46 salonu, 6 hamamı ve 68 tuvaletiyle devasa bir yapı. Sarayın iç mekanları, altın varaklar, kristal avizeler, ipek halılar ve değerli tablolarla süslü. Sarayın en dikkat çekici özelliklerinden biri, kristal merdivenler ve 36 metre yüksekliğindeki kubbesi ile Taht Salonu’dur. Bu salonda Kraliçe Victoria’nın hediyesi olan 4 ton ağırlığında ve 750 ampullü dev kristal avize bulunur. Harem kısmında ise Atatürk’ün kaldığı odalar, Mavi Salon ve Pembe Salon gibi farklı mekanlar yer alır.

Dolmabahçe Sarayı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında da önemli bir merkez olmuş. Atatürk, Harf Devrimi çalışmalarını burada başlatmış ve Türk Dil Kurultaylarını burada gerçekleştirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında Dolmabahçe Sarayı’nda yaşamış ve 10 Kasım 1938’de burada hayata gözlerini yummuştur.

Dolmabahçe Sarayı, sadece iç mekanlarıyla değil, aynı zamanda bahçesiyle de göz kamaştırıyor. Sarayın bahçesi, 45 dönümlük bir alana yayılıyor ve içinde havuzlar, heykeller, çiçek tarhları ve ağaçlar bulunuyor. Bahçede yer alan Kuşluk Köşkü, Harem ve Veliaht Dairesi gibi yapılar da ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Saat Kulesi ve Camlı Köşk gibi yapılar da dikkat çekicidir.

Sarayın bir diğer özelliği, Boğaz’ın en güzel manzaralarından birine sahip olmasıdır. Sarayın bahçesinde yer alan Dolmabahçe Camii, Osmanlı mimarisinin önemli eserlerinden biridir ve Balyan ailesi tarafından inşa edilmiştir.

Dolmabahçe Sarayı’nı ziyaret ederken rehberli turlara katılmanızı öneririz. Bu turlar sayesinde sarayın tarihi ve kültürel önemi hakkında detaylı bilgi edinebilirsiniz. Ayrıca, sarayın bahçesinde yürüyüş yaparak İstanbul Boğazı’nın eşsiz manzarasını seyredebilir ve sarayın atmosferini daha derinden hissedebilirsiniz.

Topkapı Sarayı

İstanbul’un tarihi yarımadasında, Marmara Denizi, Haliç ve Boğaziçi’nin kesiştiği noktada yer alan Topkapı Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu’nun 400 yıl boyunca yönetim merkezi ve ve padişahların evi olarak hizmet veren görkemli bir yapı. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460-1478 yılları arasında inşa ettirilen saray, günümüzde bir müze olarak ziyaretçilerini ağırlıyor ve Osmanlı döneminin ihtişamını gözler önüne seriyor.

Topkapı Sarayı

Topkapı Sarayı, dört büyük avlu ve bu avlulara bağlı pek çok önemli yapıdan oluşur. Harem, Enderun Mektebi, Kutsal Emanetler Dairesi, Saray Mutfakları ve daha birçok yapıyı barındırıyor. İlk avluda Aya İrini Kilisesi ve çeşitli hizmet binaları yer alırken, ikinci avluda Divan-ı Hümayun (Kubbealtı), Adalet Kasrı ve Hazine Dairesi bulunur. Üçüncü avlu ise padişahın özel dairelerinin, Harem’in ve Enderun’un (padişah okulu) bulunduğu bölümdür. Dördüncü Avlu ise, padişahın dinlendiği ve bahçeler, köşkler ve havuzlarla dolu bir alandır.

Topkapı Sarayı’nın en önemli bölümlerinden biri, Hırka-i Saadet Dairesi. Bu dairede, Hz. Muhammed’e ait olduğu düşünülen hırka, sakal-ı şerif, sancak-ı şerif, kılıç ve diğer eşyalar sergileniyor. Ramazan ayında özel merasimlerle bakımı yapılan bu emanetler, dini ve tarihi açıdan büyük önem taşır.

Harem, sarayın en gizemli ve ilgi çekici bölümlerinden bir diğeridir. Burada padişahın ailesi ve cariyeleri yaşardı. Harem’de padişahın eşleri, çocukları ve diğer harem halkının yaşadığı odalar, hamamlar ve eğitim odaları yer alır.

İmparatorluk Hazinesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun paha biçilmez mücevherlerini ve hazinelerini barındırır. Bu hazineler arasında dünyaca ünlü Kaşıkçı Elması ve Topkapı Hançeri de bulunur. Bu eserler, sarayın zengin tarihini ve kültürel mirasını yansıtır.

Saray Mutfakları ise, Osmanlı mutfağının zenginliğini ve çeşitliliğini yansıtan bir koleksiyon sunuyor. Burada, dönemin yemek takımları, mutfak eşyaları ve yemek tarifleri hakkında bilgi edinebilirsiniz.

Topkapı Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamını, gücünü ve kültürünü yansıtan eşsiz bir yapı. Bu tarihi sarayı ziyaret ederek, Osmanlı dönemine ait birçok önemli eseri görebilir, padişahların yaşam tarzını yakından tanıyabilir ve İstanbul’un eşsiz manzarasının tadını çıkarabilirsiniz.

Süleymaniye Camii

İstanbul’un tarihi yarımadasına ve Haliç’e hakim bir tepede ye alan Süleymaniye Camii, Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri ve Mimar Sinan’ın “kalfalık eseri” olarak nitelendirdiği bir şaheser. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1550-1557 yılları arasında inşa ettirilen bu görkemli cami, sadece İstanbul’un değil, tüm Türkiye’nin hatta dünyanın en önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri olarak kabul ediliyor.

Süleymaniye Camii

Caminin inşası, Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’u daha da güzelleştirme ve kendi adına büyük bir eser bırakma isteğiyle başlamış. Mimar Sinan, bu isteği gerçeğe dönüştürmek için tüm bilgi ve birikimini kullanmış.

Süleymaniye Camii, kare planlı ve üzeri büyük bir kubbe ile örtülü. Kubbe, dört büyük fil ayağı tarafından destekleniyor ve 53 metre yüksekliğe ulaşıyor. Camii’nin dört minaresi ve on şerefesi bulunuyor. Bu minareler, Kanuni Sultan Süleyman’ın, İstanbul’un fethiyle dördüncü Osmanlı padişahı ve onuncu Osmanlı Sultanı olduğunu simgeler. Caminin iç kısmı, zarif kaligrafik yazılar ve renkli camlarla süslenmiş. Ahmet Karahisarî ve talebesi Hasan Çelebi’nin hat sanatları caminin iç mekanını daha da etkileyici bir hale getirmiş.

Caminin mihrabı ve minberi mermerden yapılmıştır ve cami içindeki dört büyük granit sütun oldukça dikkat çekicidir. Bu sütunlar, İskenderiye, Baalbek, İstanbul’daki Kıztaşı ve Saray-ı Amire’den getirilmiş. Mimar Sinan, bu sütunları Dört Halife’ye benzetmiştir. Ayrıca caminin avlusu, geniş mermer döşemeleri ve ortasında yer alan zarif şadırvanı ile ziyaretçilerini büyüler​.

Süleymaniye Camii, sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda bir külliyedir. Külliye içinde medreseler, hastane, hamam, kütüphane ve dükkânlar bulunuyor. Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan’ın türbeleri de bu külliye içinde yer alıyor.

Süleymaniye Camii’ni ziyaret ederken, külliyenin diğer bölümlerini de gezmeyi ihmal etmeyin. Ziyaretiniz sırasında, Haliç’in muhteşem manzarasını seyretmek için caminin avlusunda biraz zaman geçirmeyi de unutmayın.

Kapalıçarşı

İstanbul’un kalbinde, Fatih ilçesinde yer alan Kapalıçarşı, dünyanın en eski ve en büyük kapalı çarşılarından biri. Beyazıt, Nuruosmaniye ve Mercan semtlerinin arasında yer alan bu eşsiz çarşı, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa edilmiştir.

Kapalıçarşı, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinden sonra, şehrin ticari hayatını canlandırmak amacıyla inşa edilmiş. Çarşı, zaman içinde büyüyerek bugünkü haline gelmiş ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde ipek, baharat, mücevher gibi değerli malların ticaretinin yapıldığı önemli bir merkez olmuş.

Kapalıçarşı

Kapalı Çarşı, 64 cadde ve sokak, iki bedesten, 16 han ve 22 kapı ile devasa bir labirenti andırır. 45.000 metrekarelik bir alanı kaplayan çarşıda yaklaşık 3.600 dükkan bulunuyor. Osmanlı İmparatorluğu zamanında “Çarşu-ı Kebir” yani “Büyük Çarşı” olarak anılan bu yer, günümüzde de ticaretin kalbinin attığı yerlerden biridir. Çarşı, zaman içinde birçok yangın ve deprem geçirmiş, ancak her seferinde yeniden inşa edilerek günümüze ulaşmıştır​.

Kapalıçarşı’nın en dikkat çekici özelliklerinden biri, tarihi hanları. Bu hanlar, bir zamanlar kervanların konakladığı, malların depolandığı ve ticaretin yapıldığı yerlerdi. Günümüzde ise, bu hanlar restore edilerek otel, restoran, kafe ve dükkanlara dönüştürülmüş. Çarşıda yer alan Cevahir Bedesteni ve Sandal Bedesteni gibi tarihi yapılar da görülmeye değer yerlerdendir.

Kapalıçarşı’da dolaşırken, kendinizi bir labirentte gibi hissedebilirsiniz. Dar sokaklar, rengarenk dükkanlar, tarihi hanlar ve camiler, çarşıya ayrı bir atmosfer katıyor. Çarşıda, altın, gümüş, deri, halı, kilim, seramik, baharat, lokum, Türk kahvesi gibi birçok farklı ürün bulabilirsiniz. Ayrıca, çarşıda yer alan restoran ve kafelerde, Türk mutfağından lezzetlerin tadına bakabilirsiniz.

Kapalıçarşı, sadece bir alışveriş merkezi değil, aynı zamanda İstanbul’un tarihi ve kültürel mirasının önemli bir parçası. Bu tarihi çarşıyı ziyaret ederek, Osmanlı döneminin ticaret anlayışına tanıklık edebilir, geleneksel Türk el sanatlarının güzelliğini keşfedebilir ve eşsiz bir alışveriş deneyimi yaşayabilirsiniz.

Mısır Çarşısı

İstanbul’un tarihi yarımadasında, Yeni Cami’nin hemen arkasında yer alan Mısır Çarşısı, 17. yüzyıldan günümüze ulaşan egzotik bir alışveriş merkezi. Adını, bir zamanlar Mısır’dan getirilen baharatların burada satılmasından alan çarşı, bugün hala baharat, kuruyemiş, lokum, kahve, çay ve çeşitli hediyelik eşyaların satıldığı canlı bir pazar.

Mısır Çarşısı

Mısır Çarşısı’nın 1660 yılında, Yeni Cami Külliyesi’nin bir parçası olarak inşa edilmiş. Külliyenin gelirini sağlamak amacıyla yaptırılan çarşı, zaman içinde İstanbul’un en önemli ticari merkezlerinden biri haline gelmiş. Çarşı, 1940 yılında çıkan büyük yangın sonrası restore edilerek bugünkü haline kavuşmuştur. Mısır Çarşısı, L şeklinde bir yapıya sahip ve 86 dükkanı barındırıyor. Çarşının çatısı, kubbelerle örtülü ve iç mekanı, doğal ışıkla aydınlatılıyor.

Mısır Çarşısı’nda dolaşırken, tarçın, kimyon, safran, nane, kekik ve sayısız diğer baharatların baştan çıkarıcı kokusu sizi saracak. Çarşıda ayrıca, Türk el sanatları ürünleri, mücevherler ve kültürel hediyelik eşyalar da bulabilirsiniz. Çarşının içerisindeki dükkanlarda, hem alışveriş yapabilir hem de İstanbul’un tarih kokan atmosferini hissedebilirsiniz.

Mısır Çarşısı’na gitmişken, hemen yanındaki Yeni Camii’yi de ziyaret etmeyi unutmayın. Çarşının yakınlarında yer alan Eminönü Meydanı’nda, deniz kıyısında yürüyüş yapabilir ve Boğaz’ın muhteşem manzarasının keyfini çıkarabilirsiniz.

Yeni Cami

İstanbul’un tarihi yarımadasında, Eminönü Meydanı’nda yer alan Yeni Cami, Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri. 16. yüzyılın sonlarında yapımına başlanan ve 17. yüzyılın ortalarında tamamlanan bu görkemli cami, zarif çinileri, göz alıcı kubbeleri ve ince minareleriyle ziyaretçilerini büyülüyor.

Yeni Camii

Caminin yapımına, 1597 yılında III. Murad’ın eşi Safiye Sultan’ın emriyle başlanmış. Ancak, Safiye Sultan’ın tahttan indirilmesiyle caminin inşaatı durdurulmuş. IV. Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan’ın tarafından emriyle yeniden başlayan inşaat, 1665 yılında tamamlanabilmiş. Cami, Mimar Davut Ağa ve Mimar Dalgıç Ahmed Ağa tarafından tasarlanmış ve Mısır Çarşısı’nın hemen yanında, bir külliyenin parçası olarak inşa edilmiş.

Yeni Cami, Osmanlı klasik mimarisinin tüm güzelliklerini yansıtıyor. Cami, geniş avlusu, kubbeleri ve minareleri ile İstanbul’un siluetinde önemli bir yere sahip. Cami, altı minaresi, büyük kubbesi ve 20 binden fazla İznik çinisiyle süslü iç mekanıyla dikkat çekiyor. Caminin iç mekanı, ferah ve aydınlık bir atmosfere sahip. Kubbe, pandantiflere oturtulmuş ve içeriden bakıldığında oldukça etkileyici bir görüntü oluşturuyor. Caminin mihrabı, minberi ve pencereleri, mermer ve çini işlemeleriyle süslü.

Caminin avlusunda yer alan şadırvan, ziyaretçilerin serinlemesi ve dinlenmesi için ideal bir mekan. Ayrıca, avluda yer alan türbeler de ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Bu türbelerde, Valide Sultan Turhan Hatice, Sultan II. Mustafa, Sultan III. Ahmet, Sultan I. Mahmud ve Sultan III. Osman’ın mezarları bulunuyor.

Yeni Cami, sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda İstanbul’un en önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri. Caminin hemen yanında yer alan Mısır Çarşısı, İstanbul’un en ünlü ve renkli çarşılarından biri. Burada baharat, kuruyemiş, lokum, kahve, çay ve çeşitli hediyelik eşyalar bulabilirsiniz.

Rumeli Hisarı

İstanbul Boğazı’nın en dar noktasında, Avrupa yakasında yükselen Rumeli Hisarı, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmek için yaptırdığı görkemli bir askeri yapıdır. 1452 yılında sadece 4 ay gibi kısa bir sürede tamamlanan bu hisar, hem stratejik önemi hem de mimari özellikleriyle dikkat çeker ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli stratejik noktalarından biri olmuştur​.

Rumeli Hisarı

Rumeli Hisarı, 15 Nisan 1452 tarihinde inşa edilmeye başlanmış ve sadece dört ay gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. Hisar, 3 büyük ve 15 küçük kule ile 5 ana kapıdan oluşur. En büyük kule olan Sarıca Paşa Kulesi, 28 metre yüksekliğinde ve 9 katlı. Diğer iki büyük kule olan Halil Paşa Kulesi ve Zağanos Paşa Kulesi ise, 22 metre yüksekliğindedir.

Rumeli Hisarı, İstanbul’un fethinde önemli bir rol oynamış. Hisar, Boğaz’ın en dar noktasında yer aldığı için, Karadeniz’den gelebilecek yardım gemilerinin geçişini engellemek amacıyla inşa edilmiş. Fetih sırasında, Rumeli Hisarı’ndan atılan toplar, Bizans surlarına büyük zarar vermiş.

Rumeli Hisarı, günümüzde bir açık hava müzesi olarak hizmet veriyor. Hisarın içinde, toplar, gülleler, zırhlar, silahlar ve diğer askeri teçhizatlar sergileniyor. Ayrıca, yaz aylarında konserler ve çeşitli etkinlikler düzenleniyor.

Rumeli Hisarı, İstanbul’un fethine tanıklık etmiş tarihi bir yapı ve şehrin en önemli simgelerinden biri. Bu tarihi hisarı ziyaret ederek, Osmanlı döneminin askeri mimarisini yakından tanıyabilir ve İstanbul Boğazı’nın eşsiz manzarasının tadını çıkarabilirsiniz.

Anadolu Hisarı

İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında, Boğaz’ın en dar noktasında yer alan Anadolu Hisarı, Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli bir askeri yapısıdır. 1393-1394 yılları arasında Yıldırım Bayezid tarafından İstanbul’un fethi hazırlıkları kapsamında inşa edilen bu hisar, Boğaz’ın en dar noktasında yer alması nedeniyle stratejik bir öneme sahipti.

Anadolu Hisarı, ilk başlarda küçük bir kale olarak inşa edilmiş olsa da, zaman içinde Fatih Sultan Mehmet tarafından genişletilmiş ve güçlendirilmiştir.

Anadolu Hisarı

Anadolu Hisarı, 7,000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuştur ve kare planlı bir iç kale ile surlardan oluşur. İlk inşa edildiğinde sadece iç kaleden ibaret olan hisar, daha sonra Fatih Sultan Mehmet döneminde genişletilerek dış surlar eklenmiştir. İç kale 25 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 5 metre kalınlığında duvarlara sahiptir. Hisarın yapımında kullanılan taşlar ve malzemeler, çevredeki antik Bizans yapılarından toplanmıştır​

Anadolu Hisarı, İstanbul’un fethinde önemli bir rol oynamış. Hisar, Boğaz’ın en dar noktasında yer aldığı için, Karadeniz’den gelebilecek yardım gemilerinin geçişini engellemek amacıyla inşa edilmiş. Fetih sırasında, Anadolu Hisarı, Rumeli Hisarı ile birlikte Boğaz’ı kontrol altına alarak Bizans’ın yardım almasını engellemiş.

Anadolu Hisarı, günümüzde bir açık hava müzesi olarak hizmet veriyor. Hisarın içinde, küçük bir cami, bir sarnıç ve birkaç oda bulunuyor. Hisarın içinde dolaşırken Osmanlı döneminin askeri mimarisini yakından gözlemleyebilir, Boğaz’ın muhteşem manzarasının keyfini çıkarabilirsiniz.

Kız Kulesi

İstanbul Boğazı’nın serin sularında, Üsküdar kıyılarına yakın bir noktada yükselen Kız Kulesi, yüzyıllardır şehrin en romantik ve gizemli simgelerinden biri. Birçok efsaneye konu olan bu küçük ada ve üzerindeki kule, İstanbul’un tarihi ve kültürel zenginliğine ayrı bir renk katıyor. İlk olarak bir savunma kalesi olarak inşa edilen kule, zamanla gözetleme kulesi, deniz feneri, gümrük istasyonu, karantina odası, hapishane ve radyo istasyonu olarak hizmet vermiş.

Kız Kulesi

Kız Kulesi’nin tarihi, antik çağlara kadar uzanıyor. İlk olarak MÖ 4. yüzyılda Atinalı komutan Alkibiades tarafından bir gümrük noktası olarak inşa edilen kule, zaman içinde farklı amaçlarla kullanılmış. Bizans döneminde bir sürgün yeri, Osmanlı döneminde ise bir deniz feneri ve karantina istasyonu olarak hizmet vermiş. Günümüzde ise, kule restore edilerek restoran ve kafe olarak hizmet veriyor.

Kız Kulesi’nin en dikkat çekici özelliği, kuşkusuz ki konumu. Boğaz’ın ortasında, küçük bir adacık üzerine inşa edilen kule, İstanbul’un eşsiz manzarasını sunuyor. Özellikle gün batımında, kule ve çevresi romantik bir atmosfere bürünüyor.

Kız Kulesi, birçok efsaneye de konu olmuştur. En bilinen efsane, Leandros ve Hero’nun trajik aşk hikayesidir. Leandros, fırtınalı bir gecede kulede yanan ışığı görüp sevgilisi Hero’nun kendisini çağırdığını düşünerek Boğaz’ı yüzerek geçmeye çalışır. Ancak, bu kez ışığı yakan Hero değil, aşıkların buluşmasını engellemek isteyen bir başkasıdır ve Leandros boğazın sularında boğulur. Hero ise bu acıya dayanamayarak kuleden atlayarak hayatına son verir​. Bir diğer efsaneye göre ise, bir Bizans imparatoru, kızının bir yılan tarafından sokulup öleceği kehaneti üzerine, kızını bu kuleye hapsetmiş. Ancak, prenses yine de bir yılan tarafından sokulmuş ve ölmüştür.

Kız Kulesi’ne ulaşım, Üsküdar Salacak sahilinden kalkan teknelerle sağlanıyor. Kuleye ulaşmak yaklaşık 10 dakika sürüyor. Kulenin içinde yer alan restoranda yemek yiyebilir, kafede bir şeyler içebilir veya seyir terasından İstanbul’un eşsiz manzarasının tadını çıkarabilirsiniz.

Kız Kulesi, İstanbul’un tarihini ve efsanelerini keşfetmek isteyenler için mutlaka görülmesi gereken bir durak.

Gülhane Parkı

İstanbul’un tarihi yarımadasında, Topkapı Sarayı’nın hemen yanında yer alan Gülhane Parkı, şehrin en eski ve en büyük parklarından biri. Bir zamanlar sadece padişahların ve saray halkının gezebildiği bu özel bahçe, bugün herkese açık bir dinlenme ve eğlence alanı. Yemyeşil ağaçları, rengarenk çiçekleri, tarihi anıtları ve İstanbul Boğazı manzarasıyla Gülhane Parkı, şehrin karmaşasından uzaklaşıp huzur bulabileceğiniz bir yer.

Gulhane Parkı

Gülhane Parkı’nın tarihi, Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanıyor. Parkın bulunduğu alan, Topkapı Sarayı’nın dış bahçesi olarak kullanılıyordu. Gülhane adını da burada yer alan gül bahçelerinden almış. Osmanlı sultanları ve saray halkı için özel bir dinlenme ve eğlence alanı olan bu bahçe, sadece sarayın seçkin sakinlerine açık bir yerdi.

1912 yılında halka açılan Gülhane Parkı, İstanbul’un en önemli sosyal ve kültürel etkinliklerine ev sahipliği yapmaya başladı. Parkta düzenlenen konserler, sergiler, festivaller ve diğer etkinlikler, İstanbulluların sosyal hayatına renk kattı.

Gülhane Parkı, sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda tarihi anıtlarıyla da dikkat çekiyor. Parkta yer alan Alay Köşkü, Topkapı Sarayı’nın bir parçası olarak inşa edilmiş ve padişahların törenleri izlediği bir mekanmış. Ayrıca, parkta Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği Gülhane Hattı Hümayunu da bulunuyor. Parkın içerisinde yer alan Has Ahırlar Binası, Osmanlı döneminde sarayın atlarının tutulduğu yer olarak kullanılmış. Günümüzde bu bina, İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzede, İslam dünyasının bilim tarihine katkılarını sergileyen eserler bulunuyor..

Gülhane Parkı, yürüyüş yolları, geniş çimenlik alanları, çiçek tarhları ve tarihi ağaçları ile ziyaretçilerine huzur dolu bir ortam sunuyor. Siz de bu parkta yürüyüş yapabilir, piknik yapabilir, tarihi anıtları ziyaret edebilir ve İstanbul Boğazı’nın eşsiz manzarasının tadını çıkarabilirsiniz.

Kariye Camii (Chora Müzesi)

İstanbul’un Fatih ilçesinde, Edirnekapı semtinde yer alan Kariye Camii, eski adıyla Chora Manastırı Kilisesi, Bizans döneminin en önemli dini yapılarından biri ve dünya mozaik sanatının en güzel örneklerini barındıran bir hazine. 6. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinianus tarafından inşa ettirilen kilise, 16. yüzyılda camiye çevrilmiş ve 1945 yılından beri müze olarak hizmet veriyor.

Kariye Camii

Kariye Camii, Bizans İmparatorluğu döneminde şehrin surlarının dışında yer aldığı için “Chora” (şehir dışında) olarak adlandırılmış. Kilise, zaman içinde çeşitli eklemeler ve onarımlar geçirmiş. Günümüzdeki yapının büyük kısmı, 11. ve 14. yüzyıllarda gerçekleştirilen yenileme ve eklemeler sonucunda şekillenmiştir. Özellikle 14. yüzyılda Bizanslı devlet adamı Theodoros Metochites’in katkılarıyla yapılan mozaik ve freskler, Bizans sanatının en güzel örneklerini sunar. Kilise, 1511 yılında Sultan II. Bayezid döneminde Sadrazam Hadım Ali Paşa tarafından camiye dönüştürülmüş ve yanına bir de medrese eklenmiştir​

Caminin en dikkat çekici özelliği, iç mekanını süsleyen mozaik ve freskler. Bu mozaik ve freskler, İncil’deki olaylardan sahneleri, İsa’nın yaşamından, Meryem Ana’nın ve diğer kutsal kişilerin hayatından sahneleri betimliyor. Mozaiklerdeki canlı renkler, ışık ve gölge oyunları, ziyaretçileri büyülüyor.

Kariye Camii, sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda Bizans sanatının en önemli örneklerini barındıran bir müze. Bu tarihi yapıyı ziyaret ederek, Bizans döneminin sanat anlayışına tanıklık edebilir ve eşsiz mozaik ve fresklerin keyfini çıkarabilirsiniz

Sultanahmet Meydanı

İstanbul’un tarihi yarımadasının kalbinde yer alan Sultanahmet Meydanı, yüzyıllardır şehrin en önemli buluşma noktası olmuş, tarihi olaylara tanıklık etmiş ve günümüzde de İstanbul’un en popüler turistik merkezlerinden biri olmaya devam ediyor. Bizans ve Osmanlı dönemlerinden kalan tarihi yapılarla çevrili olan meydan, aynı zamanda sosyal ve kültürel etkinliklerin de merkezi.

Sultanahmet Meydanı’nın tarihi, Roma İmparatorluğu dönemine kadar uzanıyor. O dönemde “Hipodrom” olarak adlandırılan meydan, at ve araba yarışlarının yapıldığı, halkın toplandığı ve önemli kararların alındığı bir yerdi. Günümüzde hipodromun bulunduğu yerde Dikilitaş, Yılanlı Sütun, Alman Çeşmesi ve Örme Dikilitaş gibi önemli eserler yer alıyor.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde de önemini koruyan meydan, 17. yüzyılda Sultanahmet Camii’nin inşasıyla birlikte “Sultanahmet Meydanı” adını almış. Meydanın çevresinde, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı, Türk ve İslam Eserleri Müzesi gibi birçok önemli tarihi ve kültürel yapı bulunuyor.

Sultanahmet Meydanı, sadece tarihi yapılarla değil, aynı zamanda canlı atmosferiyle de ziyaretçilerini cezbediyor. Meydanda yer alan kafeler, restoranlar ve hediyelik eşya dükkanları, turistlerin uğrak noktası. Ayrıca, meydanda yıl boyunca çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Konserler, festivaller, sergiler ve diğer etkinlikler, meydanı daha da renkli hale getiriyor.

Siz de bu tarihi meydanı ziyaret ederek, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden kalan eserleri görebilir, meydanın canlı atmosferini deneyimleyebilir ve İstanbul’un eşsiz güzelliğinin tadını çıkarabilirsiniz.

Hipodrom (At Meydanı)

İstanbul’un kalbinde yer alan Sultanahmet Meydanı, bir zamanlar Bizans İmparatorluğu’nun görkemli Hipodromu’na ev sahipliği yapıyordu. Bugün ise, Osmanlı döneminden kalan tarihi yapılarla çevrili olan meydan, şehrin en önemli turistik ve kültürel merkezlerinden biri olarak ziyaretçilerini ağırlıyor.

Hipodrom, M.S. 203 yılında Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından yaptırılmış ve daha sonra Büyük Konstantin tarafından genişletilmiş. Hipodrom, yaklaşık 50.000 kişilik oturma kapasitesine ve U şeklinde bir yapıya sahipti. 480 metre uzunluğunda ve 118 metre genişliğindeki bu devasa arena, at ve araba yarışlarının yanı sıra gladyatör dövüşleri ve diğer gösterilere de ev sahipliği yapıyordu. Hipodrom, aynı zamanda siyasi olayların da yaşandığı önemli bir merkezdi. İmparatorlar burada halkın karşısına çıkar, zaferlerini kutlar ve yeni yasaları ilan ederlerdi.

Hipodrom, 100.000 kişilik oturma kapasitesine ve U şeklinde bir yapıya sahipti. Burada at arabası yarışları, gladyatör dövüşleri ve çeşitli gösteriler düzenlenirdi. İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu döneminde de kullanılmaya devam etti ve At Meydanı adı verildi. Günümüzde ise Sultanahmet Meydanı olarak bilinen alanın içinde yer alıyor.

İstanbul’un fethinden sonra, Hipodrom, Osmanlılar tarafından “At Meydanı” olarak adlandırıldı ve at yarışları, cirit oyunları ve diğer eğlenceler için kullanılmaya devam edildi. Meydan, aynı zamanda önemli törenlere ve kutlamalara da ev sahipliği yapıyordu.

Hipodrom’un büyük bir kısmı günümüze ulaşamamış olsa da, meydanda hala o döneme ait bazı önemli yapılar bulunuyor. Dikilitaş (Obelisk), Yılanlı Sütun, Alman Çeşmesi ve Örme Dikilitaş Hipodrom’un günümüze kalan en önemli kalıntıları.

Hipodrom’un bulunduğu alan, günümüzde Sultanahmet Meydanı olarak anılıyor. Meydan, Ayasofya, Sultanahmet Camii, Topkapı Sarayı gibi tarihi yapıların yanı sıra, birçok kafe, restoran ve hediyelik eşya dükkanıyla da çevrili. Sultanahmet Meydanı, İstanbul’un en popüler turistik merkezlerinden biri ve her yıl milyonlarca ziyaretçiyi ağırlıyor.

Dikilitaş

İstanbul’un tarihi Sultanahmet Meydanı’nda, yüzyıllardır ayakta duran ve meydanın en eski yapısı olan Theodosius Dikilitaşı, Mısır’dan getirilen ve Roma dönemine ait bir anıt. MÖ 15. yüzyılda Firavun III. Thutmosis tarafından yaptırılan bu devasa dikilitaş, yaklaşık 3500 yıllık tarihiyle İstanbul’un en önemli simgelerinden biri.

Dikilitaş

Dikilitaş, pembe granitten yapılmış ve 18.5 metre yüksekliğinde. Üzerinde, Firavun III. Thutmosis’in askeri zaferlerini ve tanrılara olan bağlılığını anlatan hiyeroglif yazılar bulunuyor. Dikilitaş, MÖ 1490 yılında Mısır’ın Karnak Tapınağı’nda dikilmiş. Daha sonra, 390 yılında Roma İmparatoru I. Theodosius tarafından İstanbul’a getirilmiş ve bugünkü yerine dikilmiş. Dikilitaş, taşınması ve dikilmesi sırasında zarar görmüş ve orijinal yüksekliği 30 metreden 18.5 metreye düşmüş.

Dikilitaşın kaidesi, mermerden yapılmış ve üzerinde Grekçe ve Latince yazılar bulunuyor. Bu yazılar, dikilitaşın İstanbul’a nasıl getirildiğini ve dikildiğini anlatıyor. Dikilitaşın kaidesinde yer alan rölyefler ise, Theodosius’un at yarışlarını izlerken ve halkı selamlar gibi sahneleri betimliyor.

Yılanlı Sütun

Sultanahmet Meydanı’nda, Hipodrom’un merkezinde yer alan önemli tarihi eserlerden biri Yılanlı Sütun’dur. M.Ö. 479 yılında Yunan şehir devletlerinin Perslere karşı kazandığı zaferin anısına Delfi’deki Apollon Tapınağı’na dikilen bu bronz sütun, 4. yüzyılda Konstantin tarafından İstanbul’a getirilmiş. Üç yılanın birbirine dolanarak oluşturduğu bu sütun, zaferi ve birliği simgeler.

Yılanlı Sütun

Yılanlı Sütun, 8 metre yüksekliğinde ve üç yılanın birbirine dolanmış halini tasvir ediyordu. Sütunun üzerindeki yılan başları, 17. yüzyılda kırılmış ve günümüze sadece bir tanesi ulaşabilmiş. Bu yılan başı, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.

Sütunun yapımında kullanılan bronz, Pers İmparatorluğu’na karşı kazanılan Plataea Savaşı’nda ele geçirilen silahlardan elde edilmiş. Sütunun üzerindeki yazıtlar, savaşa katılan 31 Yunan şehrinin isimlerini içeriyor. Zamanla yılan başları zarar görmüş olsa da, sütunun alt kısmı hala orijinal haliyle korunuyor.

Örme Dikilitaş

İstanbul’un tarihi Sultanahmet Meydanı’nda, Yılanlı Sütun ve Dikilitaş’ın yanında yükselen Örme Dikilitaş, Bizans döneminden kalan ve meydanın tarihine tanıklık eden önemli bir anıt. Yaklaşık 32 metre yüksekliğindeki bu dikilitaş, kesme taşlardan örülmüş olması nedeniyle “Örme Dikilitaş” olarak adlandırılıyor.

Örme Dikilitaş

Örme Dikilitaş’ın yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 4. veya 5. yüzyılda inşa edildiği tahmin ediliyor. Anıtın yapım amacı da tam olarak bilinmiyor ancak bazı kaynaklara göre, İmparator I. Konstantin veya I. Theodosius dönemlerinde inşa edildiği ve imparatorların zaferlerini kutlamak için kullanıldığı düşünülüyor.

Örme Dikilitaş, zaman içinde çeşitli onarımlar geçirmiş. 10. yüzyılda İmparator VII. Konstantinos tarafından onarılan anıt, o dönemde yaldızlı bronz plakalarla kaplanmış ve tepesinde bir küre bulunuyormuş. Ancak, bu plakalar ve küre, 1204 yılında gerçekleşen Dördüncü Haçlı Seferi sırasında yağmalanmış.

Örme Dikilitaş, günümüzde Sultanahmet Meydanı’nın önemli bir parçası ve turistlerin ilgi odağı. Anıtın üzerindeki yazılar ve kabartmalar, Bizans döneminin sanat anlayışı ve tarihi hakkında önemli ipuçları veriyor.

Alman Çeşmesi

İstanbul’un tarihi Sultanahmet Meydanı’nda, görkemli yapıların arasında yer alan Alman Çeşmesi, Osmanlı İmparatorluğu ile Alman İmparatorluğu arasındaki dostluğu simgeleyen zarif bir yapı. 1898 yılında Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından Sultan II. Abdülhamid’e hediye edilen bu çeşme, neo-Bizans tarzında inşa edilmiş ve meydanın tarihi dokusuna uyum sağlıyor.

Alman Çeşmesi

Alman Çeşmesi, sekizgen bir plan üzerine kurulu ve üzerinde altın yaldızla kaplı bir kubbe bulunuyor. Kubbenin iç yüzeyi, mozaiklerle süslenmiş ve Osmanlı ve Alman armalarını taşıyor. Çeşmenin sekiz yüzünde ise, yine mozaiklerle süslenmiş nişler yer alıyor. Bu nişlerin içinde, çeşmenin yapılış tarihi ve II. Wilhelm ile II. Abdülhamid’in isimleri yazılı.

Alman Çeşmesi’nin yapımında, Alman mimarlar Spitta ve Schoele tarafından hazırlanan proje esas alınmış. Çeşme, Almanya’da parçalar halinde üretilmiş ve İstanbul’a getirilerek burada monte edilmiş. Çeşmenin açılışı, 27 Ocak 1901 tarihinde, II. Wilhelm’in ikinci İstanbul ziyareti sırasında gerçekleşmiş.

Alman Çeşmesi, sadece bir çeşme değil, aynı zamanda iki imparatorluk arasındaki dostluğun bir sembolü. Çeşme, İstanbul’un tarihi ve kültürel zenginliğine katkıda bulunuyor.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri

İstanbul’un Tarihi Yarımadası’nda, Gülhane Parkı’na komşu olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, zengin koleksiyonları ve tarihi yapılarıyla Türkiye’nin en önemli müze komplekslerinden biridir. Osman Hamdi Bey’in öncülüğünde kurulan bu müzeler, arkeoloji ve sanat tarihi alanlarında Türkiye’nin ilk modern müze kompleksini oluşturur. İstanbul Arkeoloji Müzeleri üç ana binadan oluşuyor: Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi. Bu müzelerde, Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve Arap yarımadasından getirilen bir milyonu aşkın eser yer alıyor.

Arkeoloji Müzesi (Ana Bina):

Müzenin tarihi 1869 yılına, Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanır. Osman Hamdi Bey’in müze müdürlüğüne atanması ile birlikte, müzecilik çalışmaları hız kazanmış ve sistemli bir yapıya bürünmüştür. Osman Hamdi Bey’in isteği üzerine Çinili Köşk’ün karşısına dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen ve Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) olarak kurulan İstanbul Arkeoloji Müzesi 13 Haziran 1891’de ziyarete açılmıştır.

Müze binası, Neo-Klasik mimarinin en güzel örneklerinden biridir. Müze, cephesindeki ihtişamıyla ve geniş merdivenleriyle dikkat çeker. Müze, dünya tarihine ışık tutan önemli eserlere ev sahipliği yapar. Binanın cephesinde, Osmanlıca ‘Asar-ı Atika Müzesi’ (Eski Eserler Müzesi) yazısı ve Sultan II. Abdülhamid’in tuğrası yer alıyor.

Müzenin en büyük binası olan Arkeoloji Müzesi, klasik arkeolojiye ait eserleri barındırıyor. Burada, Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait heykeller, lahitler, mozaikler, seramikler, sikkeler ve diğer eserler sergileniyor. Müzenin koleksiyonunda, Sidon Kral Nekropolü’nden getirilen İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi ve Tabnit Lahdi gibi önemli eserler bulunuyor.​ Müzenin en önemli parçalarından biri, İskender Lahdi. Bu Lahit, Büyük İskender’in komutanlarından biri olan Sidon Kralı Abdalonymos’a ait olduğu düşünülüyor ve MÖ 4. yüzyıla tarihleniyor. Lahdin üzerindeki kabartmalar, Büyük İskender’in İssos Savaşı’ndaki zaferi ve diğer önemli olaylar betimleniyor.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Osman Hamdi Bey’in 1887-1888 yılları arasında Sidon Kral Nekropolü’nde yaptığı kazılar sonucunda bulduğu ve müzeye kazandırdığı İskender Lahdi ile dünya çapında ün kazanmıştır. Müze, bu lahit sayesinde uluslararası alanda tanınır hale gelmiştir.

Eski Şark Eserleri Müzesi:

İstanbul’un tarihi yarımadasında yer alan ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksinin bir parçası olan Eski Şark Eserleri Müzesi, ziyaretçilerine Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve Arap Yarımadası’nın İslam öncesi dönemlerine ait zengin koleksiyonlar sunuyor. 1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından Güzel Sanatlar Akademisi (Sanayi-i Nefise Mektebi) olarak inşa edilen bu bina, daha sonra Eski Şark Eserleri Müzesi’ne dönüştürülmüş.

Müze binası, ünlü mimar Alexander Vallaury tarafından tasarlanmıştır ve Neo-Klasik tarzda inşa edilmiştir. İlk güzel sanatlar okulu olarak hizmet veren bu yapı, 1917 yılında müzeye dönüştürülmüştür. Müzede sergilenen eserler, Osman Hamdi Bey’in öncülüğünde gerçekleştirilen arkeolojik kazılar sonucu Osmanlı Devleti’ne kazandırılmıştır.

Müzede sergilenen eserler arasında İslamiyet öncesi Arabistan, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu medeniyetlerine ait pek çok önemli parça bulunuyor. Akad Kralı Naramsi’nin Steli, Kadeş Anlaşması ve İştar Kapısı gibi benzersiz eserlerin yanı sıra 75 bin adet çivi yazılı belgenin bulunduğu Tablet Arşivi de müzenin dikkat çeken bölümlerinden. Müzenin koleksiyonları, bölgesel bir sınıflama ile sergilenmekte olup, her kültür kendi tarihi gelişimi içinde sunuluyor.​.

Müzenin en önemli parçalarından biri, MÖ 1274 yılına tarihlenen Kadeş Barış Antlaşması tabletleri. MÖ 1274 yılında Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı II. Muvattalli arasında Kadeş şehrinde büyük savaş yapılır. Ancak, savaş sonrasında, taraflar anlaşmanın tek yol olduğu anlarlar ve bu süreci Kadeş Barış Antlaşması ile sonuçlandırır. Bu anlaşma, tarihteki en eski uluslararası yazılı antlaşma olarak kabul ediliyor.

Çinili Köşk Müzesi:

Osmanlı İmparatorluğu’nun erken dönem sivil mimarisinin güzel bir örneği olan bu köşk, 1472 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış. Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan bu köşk, çini süslemeleriyle dikkat çekiyor. Köşkte, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait çini ve seramik eserler sergileniyor.

Köşkün ön cephesindeki mermer sütunlar ve renkli çiniler, ziyaretçileri büyüleyen en dikkat çekici özelliklerinden. Köşkün girişinde 14 sütunlu bir mermer revak bulunur ve giriş eyvanı mozaik çinilerle süslenmiştir. Köşk, aynı zamanda Osmanlı döneminde yazlık köşk olarak kullanılmış.

Çinili Köşk Müzesi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait yaklaşık 2000 eseri barındırır. Koleksiyonlar arasında İznik, Kütahya ve Çanakkale yapımı çiniler ve seramikler bulunmaktadır. Selçuklu Dönemi’ne ait eserler, girişin solundaki odada sergilenirken, İznik yapımı çiniler beş köşeli odada sergilenmektedir. Müzenin diğer odalarında ise Kütahya ve Çanakkale yapımı eserler yer almaktadır. Bu eserler, çini ve seramik sanatının en güzel örneklerini sunar.


İstanbul Arkeoloji Müzeleri, dünyanın en önemli arkeoloji müzeleri arasında yer alıyor ve tarihiyle kültürle iç içe olmak isteyen herkesi kendisine çekiyor. Bu müzeyi ziyaret ederek, binlerce yıllık tarihe tanıklık edebilir, farklı medeniyetlerin izlerini sürebilir ve İstanbul’un kültürel zenginliğini keşfedebilirsiniz.

Bu Yazıyı Paylaşabilirsiniz:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir