Eğer Diyarbakır’a bir gezi planlıyorsanız, bu şehirde keşfedilecek sayısız tarihi ve kültürel hazinenin sizi beklediğini bilmelisiniz. Bu yazımızda, şehrin en önemli ve mutlaka görülmesi gereken noktalarını sizin için derledik. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Diyarbakır Surları, Hevsel Bahçeleri ve Ulu Camii, bu zengin kültür hazinesinin sadece birkaç örneği. Diyarbakır’ın en dikkat çekici noktalarını keşfederken, her birinin ardındaki büyüleyici hikâyeleri öğreneceksiniz. Hem doğa severler hem de tarih meraklıları için Diyarbakır’da gezilecek yerlerin tadını çıkarmaya hazır olun.
Diyarbakır Surları
Diyarbakır’ın tarihi dokusunu keşfetmeye başlamak için en iyi yerlerden biri hiç şüphesiz Diyarbakır Surları’dır. 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan bu surlar, dünyanın en büyük ve en iyi korunmuş şehir surları arasında sayılıyor. Şehri çevreleyen yaklaşık 5.5 kilometrelik uzunluğu olan bu görkemli yapı, hem tarihî hem de mimari açıdan büyük bir öneme sahip.
Diyarbakır Surları, M.S. 4. yüzyılda Bizans İmparatoru II. Konstantinos döneminde yeniden inşa edilmiş olsa da, M.Ö. 3000’li yıllara kadar uzanan izlere sahiptir. Tarih boyunca Roma, Bizans, Abbasiler, Selçuklular, Artuklular ve Osmanlılar tarafından birçok kez onarılmış ve güçlendirilmiştir. Bu zengin tarihsel doku, surların üzerinde yer alan kitabeler, kabartmalar ve çeşitli motiflerde kendini gösterir. Dört ana kapı ve 82 burç, hem savunma amaçlı hem de şehre giriş-çıkışı sağlayan önemli yapılar olarak öne çıkıyor.
Surların en dikkat çeken özelliklerinden biri, mimarisi ve üzerindeki sanatsal detaylardır. Özellikle Keçi Burcu, konumu ve manzarasıyla ziyaretçilerin ilgisini çeken önemli bir yapıdır. Dicle Nehri’ne bakan bu burç, hem şehrin savunmasında önemli bir rol oynamış hem de şehri kuş bakışı izleme imkanı sunmuştur. Ayrıca Dağ Kapısı (Harput Kapısı), Urfa Kapısı (Rum Kapısı), Mardin Kapısı ve Yeni Kapı (Dicle Kapısı), surların üzerinde yer alan ve her biri farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan önemli kapılardandır.
Diyarbakır Surları, yalnızca tarihi dokusuyla değil, aynı zamanda sunduğu manzaralarla da etkileyicidir. Surların üzerinde yürüyerek şehri kuş bakışı izleyebilir, Dicle Nehri ve Hevsel Bahçeleri’nin muhteşem manzaralarına tanıklık edebilirsiniz.
Diyarbakır Ulu Camii
Diyarbakır’ın kalbinde yer alan Ulu Camii, Anadolu’nun en eski camilerinden biri olma özelliği taşıyor ve tarih boyunca birçok medeniyetin izlerini taşıyan bir yapı olarak öne çıkıyor. M.S. 639 yılında, şehrin en büyük kilisesi olan Mar Toma Kilisesi’nin camiye dönüştürülmesiyle oluşturulan Ulu Camii, İslam dünyasında “Beşinci Harem-i Şerif” olarak kabul ediliyor. Zaman içinde Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı dönemlerinde onarımlar geçiren cami, bugün hala ibadete açık ve tarihin büyüleyici bir örneği olarak ziyaretçilerini ağırlıyor.
Caminin mimarisi, Şam’daki Emeviye Camii’nden esinlenerek inşa edilmiş ve geniş avlusu, dikkat çekici taş işçiliği ile büyülüyor. Doğu kapısındaki aslan ve boğa kabartmaları, hem sanatsal hem de sembolik olarak önemli detaylardan biridir. Bu figürler, mevsim döngülerini ve hayatın geçiciliğini simgeliyor. Ulu Camii’nin avlusunda yer alan güneş saati, ünlü bilim insanı El-Cezeri tarafından yapılmış ve zamana meydan okuyan bir sanat eseri olarak günümüze ulaşmış.
Cami kompleksinde, Hanefiler ve Şafiler için ayrılmış iki ayrı ibadet alanı bulunuyor. Ayrıca, sekizgen planlı şadırvan ve caminin etrafındaki medreseler, tarihi ve mimari anlamda büyük bir zenginlik sunuyor. Bu medrese yapıları, geçmişte eğitim gören öğrencilerin izlerini taşıyor ve her bir köşesi derin bir tarihe ev sahipliği yapıyor.
On Gözlü Köprü (Dicle Köprüsü)
Diyarbakır’a geldiğinizde, Dicle Nehri üzerinde gururla yükselen On Gözlü Köprü sizi tarihe doğru bir yolculuğa çıkaracak. Halk arasında Dicle Köprüsü olarak da bilinen bu köprü, Mervani Hükümdarı Nizamüddin Nasr tarafından 1065 yılında inşa edilmiş. Adını, altındaki 10 göz şeklindeki kemerlerinden alıyor ve şehrin tarihine tanıklık eden bu zarif yapı, hem mimarisi hem de manzarasıyla ziyaretçilerini büyülüyor.
Köprü, o dönemin ustalık dolu taş işçiliğiyle siyah bazalt taşlarından yapılmış. Köprünün uzunluğu 106 metre, fakat yürürken bu uzunluk size çok daha kısa geliyor çünkü her adımda Dicle Nehri’nin huzurlu akışı size eşlik ediyor. Köprü, zamanında sadece ticaret yollarını birbirine bağlamak için değil, şehrin sosyal yaşamında da önemli bir rol oynamış. Bugün ise, Diyarbakır’ın simgelerinden biri olarak hem yerel halkın hem de turistlerin ilgisini çekiyor.
Köprünün taşlarına dokunurken, yüzyıllar boyunca üzerinden geçen insanların, kervanların ve hikayelerin izini hissediyorsunuz. Buraya geldiğinizde, nehrin kıyısında biraz soluklanıp manzaranın tadını çıkarmak, günün stresini geride bırakmak için harika bir fırsat. Eğer yolunuz Diyarbakır’a düşerse, bu tarihi yapıyı görmeden geçmemelisiniz.
Hevsel Bahçeleri
Dicle Nehri’nin kıyısında, yaklaşık 700 hektarlık bir alanı kaplayan bu yemyeşil cennet, binlerce yıldır şehre hayat veriyor. 8 bin yıllık geçmişiyle bu bahçeler, Mezopotamya’nın kadim tarım kültürüne ışık tutuyor. Burada sadece doğayla buluşmuyor, aynı zamanda geçmişin derin izlerini adım adım hissediyorsunuz.
Diyarbakır’ın surlarından baktığınızda, karşınızda uzanan bu yeşil manzara hemen dikkatinizi çekecektir. 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen Hevsel Bahçeleri, şehrin gıda ihtiyacını karşılayan önemli bir tarımsal bölge olmasının yanında, çeşitli kuş türlerine de ev sahipliği yapıyor. Burada, 180’den fazla kuş türü bulunuyor. Özellikle göçmen kuşlar için önemli bir durak noktası olan bu bahçelerde, kuş gözlemcileri için de benzersiz bir fırsat var. Arı şahini, kızıl şahin, kukumav gibi yırtıcı kuşların yanı sıra, su samurları ve tilkiler de bu doğal alanda kendilerine yer bulmuş.
Hevsel Bahçeleri’ni keşfederken, sadece doğanın güzellikleriyle değil, aynı zamanda Diyarbakır’ın tarihî dokusuyla da iç içe bir deneyim yaşayacaksınız. Bahçelerin tarihe tanıklık eden yapısı, Diyarbakır Kalesi ve surlarıyla birlikte düşünülmeli. Yüzyıllar boyunca hem kentin savunmasına hem de beslenmesine katkı sağlayan bu alan, bugün de hem yerli halkın hem de turistlerin ilgi odağı.
Hasan Paşa Hanı
Diyarbakır’ın kalbinde, Ulu Cami’nin hemen karşısında yer alan Hasan Paşa Hanı, şehre gelen ziyaretçileri geçmişe doğru bir yolculuğa çıkaran önemli bir tarihi yapı. 1572-1575 yılları arasında Diyarbakır Valisi Vezirzade Hasan Paşa tarafından inşa edilen bu han, Osmanlı döneminde kervanların konakladığı, ticaretin kalbinin attığı bir yerdi.
Han’ın içindeki geniş avluya girdiğinizde, merkezde bulunan altı sütunlu şadırvan sizi karşılıyor. Etrafı ise revaklar ve kemerli odalarla çevrilidir. Siyah bazalt taşlarıyla inşa edilmiş olan hanın cephesindeki siyah-beyaz taş dizilimi, yapıyı olduğundan daha uzun ve heybetli gösterir. Buradaki ahırlar, geçmişte kervanların atlarını ve develerini dinlendirdiği yerlerdi; bugünse bu alanlar kafe ve restoranlara ev sahipliği yapıyor.
Evliya Çelebi, seyahatnamesinde bu hanı “kale gibi sağlam ve gösterişli” olarak tarif ederken, Polonyalı gezgin Simeon, handaki odaların ve ahırların ne kadar geniş ve etkileyici olduğundan bahsetmiş. Hem mimari detayları hem de tarihi zenginliğiyle Hasan Paşa Hanı, bugün şehri ziyaret eden turistler ve yerel halk için popüler bir buluşma noktası. İçinde telkari süs eşyalarından antikalara kadar pek çok ürün satan dükkânların yanı sıra, çeşitli kafe ve restoranlar da bulunuyor.
Hasan Paşa Hanı’nın geniş avlusunda bir kahve içip dinlenmek, aynı zamanda tarihe tanıklık eden bir atmosferde huzur bulmak demek. Eğer Diyarbakır’a yolunuz düşerse, bu hanı ziyaret etmeyi mutlaka listenize ekleyin.
Sülüklü Han
Diyarbakır’ın tarihi dokusunu keşfetmek istiyorsanız, Sülüklü Han mutlaka uğramanız gereken yerlerden biri. 1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından inşa edilen bu han, ismini avlusunda bulunan kuyudan alır. Eskiden bu kuyudan çıkarılan sülükler, şifa amaçlı kullanıldığı için hanın adı “Sülüklü Han” olarak anılmaya başlanmış. Günümüzde ise burası tarihle iç içe bir kafeterya olarak hizmet veriyor.
Han, tipik Osmanlı dönemi mimarisiyle dikkat çeker. Siyah bazalt taşından yapılan bu tarihi yapı, üst katlarında konaklama odaları, alt katlarında ise ahırlar barındırıyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında ise süvari birliklerinin karargahı olarak kullanılmış. Bugün, hem yerel halkın hem de turistlerin uğrak noktası haline gelen Sülüklü Han, Diyarbakır’ın otantik atmosferini yaşamak isteyenler için harika bir buluşma noktasıdır.
Avlusunda oturup çevrenizi saran tarihin izleri arasında bir kahve içmek, bu deneyimi daha da unutulmaz kılıyor. Diyarbakır’da geçmişin izini sürmek isteyenler için Sülüklü Han, sıcak atmosferi ve mistik havasıyla mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir durak.
Keçi Burcu
Diyarbakır’ın en büyük ve en eski burçlarından biri olan Keçi Burcu, şehrin tarihi surlarının en görkemli yapılarından biri olarak öne çıkıyor. Mardin Kapısı’nın doğusunda, kayalık bir zemin üzerine inşa edilen bu burç, savunma amacıyla yapılmış ve yüzyıllar boyunca şehrin koruyucularından biri olmuş. Yapım tarihi tam olarak bilinmese de, 1223 yılında Mervaniler tarafından onarıldığına dair bir kitabe bulunmakta. Ayrıca, burcun Bizans döneminde farklı bir işlevle kullanıldığı, hatta bir tapınak olarak hizmet verdiği de düşünülüyor.
Keçi Burcu’nun sahip olduğu 11 kemer, mimari olarak dikkat çeker. Yüksekliği ve stratejik konumu sayesinde, burcun tepesine çıktığınızda Diyarbakır’ın büyüleyici manzarasına hâkim olabilirsiniz. Ziyaretçiler, burcun üzerinde yürüyerek hem tarihin izlerini sürebilir hem de şehri kuşbakışı izleyebilirler. Özellikle gün batımında burada durup manzarayı izlemek, bu tarihi yapının büyüsünü daha da artırıyor.
Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi
Diyarbakır’ın edebiyat tarihine açılan kapılarından biri olan Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi, sizi şairin doğup büyüdüğü evde, edebi bir yolculuğa çıkarıyor. 1733 yılında inşa edilen bu geleneksel Diyarbakır evi, hem mimarisi hem de Cahit Sıtkı Tarancı’nın hatıralarıyla dolu. Diyarbakır’a özgü siyah bazalt taşlarıyla yapılmış olan bu ev, geniş avlusu ve dört mevsime uygun şekilde tasarlanmış bölümleriyle ziyaretçilerini etkiliyor.
2 Ekim 1910 tarihinde bu evde doğan Cahit Sıtkı Tarancı, Türk edebiyatının unutulmaz isimlerinden biri haline gelmiş ve burada geçirdiği yılların ilhamıyla birçok eser ortaya koymuştur. Evin avlusuna adım attığınızda, adeta geçmişe bir pencere açılıyor. 1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından müzeye dönüştürülen bu evde, şairin kişisel eşyaları, mektupları ve kitapları sergileniyor. Her odada onun yaşamına dair izler bulabilirsiniz; özellikle doğduğu oda ve yazlık kısmı, ziyaretçilerin en çok dikkatini çeken alanlardan biri.
Müzeyi gezerken, şairin kaleminden çıkan dizelerin evin duvarlarına sinmiş olduğunu hissedeceksiniz. Diyarbakır’ın kültürel dokusunu yaşamak isteyenler için bu müze, hem tarihi hem de sanatsal açıdan büyük bir keşif sunuyor. Avluda oturup çevrenizi saran bu mistik atmosferde biraz soluklanmak, Cahit Sıtkı Tarancı’nın dünyasına daha derinden bir adım atmanızı sağlayacak.
Ziya Gökalp Müzesi
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yer alan Ziya Gökalp Müzesi, ünlü sosyolog ve yazar Ziya Gökalp’ın doğduğu ve büyüdüğü evde sizi tarihe ve edebiyata doğru bir yolculuğa çıkarıyor. 1806 yılında bazalt taştan inşa edilen bu iki katlı geleneksel Diyarbakır evi, Gökalp’ın ailesi tarafından 1824 yılında satın alınmış. Gökalp, 1876 yılında burada dünyaya gelmiş ve ev, 1956 yılında müzeye dönüştürülmüştür.
Bu tarihi yapı, Diyarbakır’ın sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak öne çıkar. Evin merkezi avlusunun etrafına yerleştirilen harem ve selamlık bölümleri, dönemin mimari anlayışını yansıtır. Evin diğer dikkat çekici özelliği ise Diyarbakır evlerinin tipik unsurlarından olan havuzlu eyvan, burada da kendine özgü bir düzenle konumlandırılmış.
Ziyaret ettiğinizde, Ziya Gökalp’a ait kişisel eşyalar, yazıları ve eserlerinin sergilendiği odaları gezebilir; hem Gökalp’ın yaşamını hem de dönemin kültürel yapısını yakından inceleyebilirsiniz. İçeride yer alan avluda bir süre oturup şehrin tarihi atmosferini hissetmek, bu müzeyi ziyaret edenlerin en çok keyif aldığı anlardan biridir.
Diyarbakır Kalesi ve Arkeoloji Müzesi
Diyarbakır’ın en önemli tarihi yapılarından biri olan Diyarbakır Kalesi, surlarıyla birlikte şehrin tarihine tanıklık eden eşsiz bir yapı. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu kale, tarihin birçok dönemine ait izler barındırıyor. Kalenin surları, yaklaşık 5 kilometre uzunluğunda ve 82 burçtan oluşur. Bu görkemli yapılar, Bizans, Roma, Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok medeniyetin izlerini taşır.
Arkeoloji Müzesi, Diyarbakır Kalesi’nin içinde yer alır ve şehrin derin tarihini daha yakından keşfetmek isteyenler için önemli bir duraktır. Müze, Neolitik Çağ’dan Osmanlı dönemine kadar uzanan 26 farklı uygarlığa ait 29,000’den fazla eser barındırıyor. Burada sergilenen objeler arasında Hitit, Asur, Urartu ve Roma dönemlerine ait çömlekler, sikkeler ve etnografik eserler bulunuyor. Ayrıca, Artuklu döneminden kalma eserler ve sikkeler de müzenin en dikkat çekici parçaları arasında yer alıyor. Müze, 1934 yılında kurulduktan sonra 1985’te bugünkü modern binasına taşınmış ve geniş bir alanda ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor.
Surp Giragos Kilisesi
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yer alan Surp Giragos Kilisesi, Ermeni mimarisinin en görkemli yapılarından biri ve Orta Doğu’daki en büyük Ermeni kilisesi olarak bilinir. Kilisenin inşa tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1515-1518 yılları arasında inşa edildiği tahmin ediliyor. Tarih boyunca çeşitli restorasyonlardan geçen kilise, en son 2014 yılında restore edilmiş ve Europa Nostra Kültürel Miras Ödülü’nü kazanmıştır. Ancak, 2015’teki çatışmalar sırasında ciddi hasar görmüş ve 2022 yılında tekrar onarılarak ibadete açılmıştır.
Kilise, beş nefli ve beş apsisli olarak inşa edilmiş olup, Gotik tarzda bir çan kulesine sahipti. Bu kule, 1916’da yıkılmış, ancak 2012’de orijinaline uygun olarak yeniden yapılmıştır. Surp Giragos Kilisesi, sadece Diyarbakır’ın çokkültürlü geçmişine tanıklık etmekle kalmıyor, aynı zamanda Ermeni cemaatinin bu bölgedeki varlığını ve kültürel izlerini de temsil ediyor.
Diyarbakır’a yolunuz düşerse, şehrin tarihi ve dini zenginliğini hissetmek için bu etkileyici kiliseyi mutlaka ziyaret etmelisiniz. Hem kilisenin ihtişamlı mimarisi hem de sahip olduğu tarih, size bambaşka bir atmosfer sunacak.
Diyarbakır Dengbêj Evi
Diyarbakır’a geldiğinizde, şehrin tarihi sokaklarında yürürken sizi kültürel bir hazinenin içine çekecek özel bir durak var: Dengbêj Evi. 2007 yılında açılan bu ev, dengbêjlik geleneğini yaşatmak amacıyla kurulmuş ve Kürt halkının tarih boyunca sözlü olarak aktardığı hikâyelerin buluşma noktası haline gelmiş. Sur ilçesinde yer alan bu tarihi yapı, dengbêjlerin söylediği stranlar (şarkılar) ile dolup taşıyor ve şehri kültürel açıdan daha da derinleştiriyor.
Evin atmosferi, sözlü halk geleneğinin bu büyüleyici anlatım biçimini deneyimlemeniz için ideal bir yer. Özellikle yaz aylarında evin avlusunda toplanan dengbêjler, o eski zamanların duygularını kelimelere döküyorlar. Kış aylarında ise bu etkileyici performanslar içeride, evin sıcak ortamında devam ediyor. Dengbêjlerin anlattığı aşk, kahramanlık ve hüzün dolu hikâyeler, Kürt halkının tarihini, kültürel mirasını ve duygularını mükemmel bir şekilde yansıtıyor.
Bu evde, Kürtçe bilmeseniz dahi, söylenen şarkıların duygusal yoğunluğu sizi sarıp sarmalayacak. Dengbêj Evi, sadece bir dinleti alanı değil, aynı zamanda bu geleneğin yaşatıldığı ve geleceğe aktarıldığı bir kültürel merkez.
Hazreti Süleyman Camii
Diyarbakır’ın en önemli dini ve tarihi yapılarından biri olan Hazreti Süleyman Camii, yalnızca bir ibadethane değil, aynı zamanda Diyarbakır’ın fethi sırasında şehit düşen 27 sahabenin yattığı bir ziyaretgâh olarak da biliniyor. Camii, 12. yüzyılda Nisanoğlu Ebu’l Kasım tarafından yaptırılmış ve zamanla Osmanlı döneminde de onarımlar görerek bugünkü halini almıştır. Özellikle 1631-1633 yılları arasında Osmanlı valisi Silahtar Murtaza Paşa tarafından onarılmıştır.
Caminin en dikkat çekici özelliği, İslam ordularının Diyarbakır’ı fethetmesi sırasında hayatını kaybeden 27 sahabenin burada yatıyor olmasıdır. Hazreti Süleyman, bu sahabelerden biridir ve camiye ismini vermiştir. Bu sahabelerin anısı, caminin bahçesinde yer alan türbede yaşatılmaktadır. Bu durum, camiyi yalnızca ibadet için değil, aynı zamanda manevi bir ziyaret mekânı haline getirmiştir.
Hazreti Süleyman Camii, Diyarbakır’ın İçkale’sinde, burçlarla çevrili eğimli bir arazide konumlanmış ve çevresinde namazgâh, çeşme, ve şadırvan gibi Osmanlı dönemine ait yapılar bulunur. Caminin duvarlarında yer alan kalem işi süslemeler ve sade ama etkileyici mimarisi, yapının ruhani atmosferine katkıda bulunur. Eğer Diyarbakır’a gelirseniz, bu tarihî camiyi ziyaret edip, hem şehit sahabelerin mezarlarını görüp hem de şehrin İslami tarihine yakından tanıklık etme fırsatını kaçırmamalısınız.
Diyarbakır Kilisesi
Diyarbakır’da bulunan Saint George Kilisesi, şehrin önemli dini yapılarından biri olarak öne çıkıyor. İçkale’nin kuzeydoğu köşesinde yer alan bu kilisenin yapım tarihi kesin olarak bilinmese de, mimarisi ve kullanılan malzemeler, yapının MS 4. yüzyıla ait olduğuna işaret ediyor. Bu kilise, Roma döneminden itibaren farklı amaçlarla kullanılmış, hatta Artuklu döneminde bir sarayın hamamı olarak hizmet vermiştir. Günümüzde restore edilen yapı, sanat galerisi olarak kullanılmakta ve Diyarbakır’a gelen ziyaretçiler için hem tarih hem de sanat açısından önemli bir durak haline gelmiştir.
Kilisenin mimarisi oldukça etkileyici, özellikle Artuklu dönemine ait olduğu düşünülen mimari bezemeleriyle dikkat çekiyor. Şehri ziyaret eden turistler ve tarih meraklıları için Diyarbakır’ın çokkültürlü geçmişini gözler önüne seren bu yapı, Diyarbakır’ın zengin tarihinin bir parçası olarak öne çıkıyor.
Dağ Kapı (Harput Kapısı)
Diyarbakır’ın kuzeyinde yer alan Dağ Kapı, şehrin ünlü dört ana kapısından biridir ve tarih boyunca önemli bir geçit noktası olmuştur. Roma İmparatoru II. Constantinus döneminde inşa edilen kapı, sonraki dönemlerde çeşitli onarımlar görmüştür. Üzerinde Roma, Bizans, Abbasi ve Mervani dönemlerine ait kitabeler yer alır, bu da kapının birçok farklı medeniyet tarafından kullanıldığını ve restore edildiğini gösteriyor.
İki silindirik burç arasında yer alan Dağ Kapı, şehrin en eski ve en sağlam sur kapılarından biri olarak bilinir. Zamanında hem savunma hem de ticaret yollarının geçiş noktası olarak kullanılan kapı, tarihi boyunca pek çok kültürel ve stratejik öneme sahip olmuş. Bugün hala ziyaret edilebilen kapı, restorasyon çalışmalarıyla geçmiş ihtişamını korumaya devam ediyor.
Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yer alan Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi, şehrin en önemli dini ve tarihi yapılarından biridir. Kilisenin kökeni 3. yüzyıla kadar uzanır ve geçirdiği birçok onarıma rağmen, mimari dokusunu ve manevi önemini korumaya devam ediyor. Bu kilise, Süryani Kadim Ortodoks cemaatine ait olup, hem yerel halkın hem de ziyaretçilerin ibadet ve kültürel buluşma noktasıdır. Kilisenin özellikle Geç Roma dönemine tarihlenen kapısı ve Bizans döneminden kalma mihrap süslemeleri dikkat çekicidir.
Kilisenin mimari yapısı, iki avlu etrafında şekillenmiştir ve ahşap işçiliği, sütunları, sütun başlıkları ve ikonalarıyla dikkat çeker. Tarih boyunca 1533, 1689, 1850 gibi yıllarda çeşitli onarımlar geçirmiştir. Kilise, Süryani cemaatinin Diyarbakır’daki ibadetlerini halen sürdürdüğü en önemli merkezlerden biri olma özelliğini taşır. Son olarak 2004-2005 yılları arasında kapsamlı bir restorasyon sürecinden geçerek bugünkü görkemli haline kavuşmuştur.
Ahmet Arif Edebiyat Müzesi
Diyarbakır’da yer alan Ahmet Arif Edebiyat Müzesi, şehrin en önemli edebi simalarından biri olan Ahmet Arif’in anısını yaşatıyor. Bu müze, şairin doğduğu konakta 2011 yılında açılmış ve ziyaretçilerine Ahmet Arif’in yaşamına, eserlerine ve Diyarbakır’a olan sevgisine dair izler sunuyor. Konağın mistik atmosferinde, Ahmet Arif’e ait kişisel eşyaları, el yazmaları ve edebiyat dünyasına katkı sağlayan şiirlerini inceleyebilirsiniz. Şairin hayatına adım atarken, Diyarbakır’ın kültürel zenginliği ile iç içe geçmiş bir hikâyeye de tanıklık edersiniz.
Müze aynı zamanda geleneksel Diyarbakır konak mimarisinin de güzel bir örneği. Siyah bazalt taşlarıyla inşa edilen bu yapı, büyük bir avluya sahip. Ahmet Arif’in kalemiyle hayata döktüğü duyguların yankılandığı bu mekân, edebiyat meraklıları ve şairin sevenleri için önemli bir durak.
Cemil Paşa Konağı
Cemil Paşa Konağı, Diyarbakır’da Osmanlı döneminden kalma nadir sivil mimari örneklerinden biridir. 1887-1888 yıllarında inşa edilen konak, görkemli mimarisi ve geniş avlusuyla dikkat çeker. Konağın harem ve selamlık bölümleri, o dönemin yaşam biçimine dair ipuçları sunar. Bugün müzeye dönüştürülen yapı, Diyarbakır’ın çok kültürlü geçmişini ve zengin tarihini yansıtıyor. Müze, kentin tarım, ticaret, zanaat ve günlük yaşantısını sergileyen tematik bölümlerle dolu. Ziyaretçiler, konağın içindeki sergilerle Diyarbakır’ın tarihine adım atarken, aynı zamanda şehrin geleneksel yaşamını da keşfedebilir.
Cemil Paşa Konağı, sadece tarihi bir yapı olmanın ötesinde, Diyarbakır’ın kentsel gelişimini ve sosyal yapısını gözler önüne seren bir müze. Müze içerisinde dijital kütüphane, sinema salonu ve çocuk atölyeleri gibi modern unsurlar da yer alıyor. Konağın büyüleyici atmosferi, Diyarbakır’ın geçmişine dair kapsamlı bir yolculuğa çıkmak isteyenler için unutulmaz bir deneyim sunuyor.
Malabadi Köprüsü
Diyarbakır’ın tarihi simgelerinden biri olan Malabadi Köprüsü, adeta bir mühendislik harikası olarak Artuklu Beyliği döneminden günümüze kadar ulaşmış. 1147 yılında Timurtaş Bin-i İlgazi tarafından inşa edilen bu köprü, sadece bir taş köprü olmanın çok ötesinde. Diyarbakır – Batman il sınırında, Batman Çayı’nın üzerine kurulmuş olan Malabadi, sahip olduğu 40.86 metre genişliğindeki sivri kemeriyle, dünyanın en büyük taş kemer köprülerinden biri olarak kabul ediliyor. Yaklaşık 150 metre uzunluğa ve 7 metre genişliğe sahip olan köprü, zamanında kervanların konaklaması için barınak olarak da kullanılmış.
Köprünün her iki yanında, özellikle soğuk kış günlerinde kervanlar ve yolcuların sığınabileceği barınak odaları bulunur. Bu odaların tasarımı, köprünün sadece bir geçit değil, aynı zamanda bir dinlenme noktası olmasını sağlamış. Ayrıca köprünün üzerine işlenmiş güneş, insan ve aslan figürleri, o dönemin sanat anlayışını ve mühendislik becerisini yansıtıyor. Evliya Çelebi, Malabadi Köprüsü’nü “Altına Ayasofya’nın kubbesi sığacak kadar geniş” sözleriyle övmüş ve köprünün mimari mükemmeliyetini vurgulamıştır.
Bugün, Malabadi Köprüsü sadece tarihi bir yapı değil, aynı zamanda bölgeyi ziyaret eden turistlerin ve doğa severlerin uğrak noktalarından biri. Özellikle köprünün altında Batman Çayı’nın huzurlu akışını izlemek, ziyaretçilere geçmişin derinliklerinde bir yolculuk imkanı sunuyor.
Haburman Köprüsü
Haburman Köprüsü, Diyarbakır’ın Silvan ilçesi yakınlarında yer alan ve 12. yüzyılda inşa edilen etkileyici bir yapı. Artuklu dönemine ait olan bu köprü, Habur Çayı üzerine kurulmuş olup, tek gözlü kemer yapısıyla göz alıcı bir mühendislik eseri olarak öne çıkıyor. Haburman Köprüsü, mimari güzelliği ve doğal çevresiyle bölgeye gelen ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Yüzyıllardır ayakta duran bu köprü, hem geçmişteki ticaret yollarının bir parçası olmuş hem de günümüzde tarihi ve doğal güzellikleriyle keşfedilmeyi bekliyor.
Köprünün altından akan çayın huzurlu sesi eşliğinde yürüyüş yapmak, ziyaretçilerine hem tarih hem de doğayla iç içe bir deneyim sunuyor. Tarihi boyunca çeşitli restorasyonlar görmüş olsa da, Haburman Köprüsü halen orijinal yapısını koruyarak ziyaretçilerine eski zamanların atmosferini yaşatmaya devam ediyor.