Eğer daha önce bu renkli ve canlı şehri ziyaret etmediyseniz, şimdiden söyleyelim, burası sizi hem tarihi hem de doğal güzellikleriyle büyüleyecek. Mersin’in geniş kumsalları, turkuaz denizi ve tarih kokan sokakları, herkesi kendi ritmine çeker. Burası, öyle bir yer ki, antik şehir kalıntılarına dokunabileceğiniz, portakal çiçeği kokuları arasında kaybolacağınız ve her gün batımında denizin nasıl daha da maviye büründüğünü izleyebileceğiniz bir cennet.
Bir yandan palmiye ağaçlarının altında yürürken, diğer yandan Kız Kalesi’nin efsanelerle dolu hikayelerini dinleyebilir, Silifke’nin antik şehirlerinde yankılanan adımlarınızla tarihin tozunu hissedebilirsiniz. Mersin’in tarihi mozaikleri, eski Roma yolları ve Helenistik dönem tapınakları, geçmişin bu topraklardaki izlerini sürmeniz için sizi bekliyor.
Şimdi, gelin Mersin’in en güzel yerlerini keşfetmeye başlayalım.
Kız Kalesi – Deniz Üzerindeki Efsanevi Kale
Deniz Kalesi olarak da bilinen Kız Kalesi, Mersin’in en ikonik yapılarından birisi. Kale, sadece tarihi dokusuyla değil, aynı zamanda benzersiz konumuyla da dikkat çekiyor. Bu etkileyici yapı, Mersin sahilindeki küçük bir adacık üzerinde yer alıyor ve kıyıdan yaklaşık 600 metre uzaklıkta buluuyor.
Kız Kalesi’nin tarih sahnesine çıkışı, 1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılmasıyla başlar. Bu dönemde inşa edilen kale, bölgenin savunma ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla stratejik bir öneme sahipti. Kale, 1361 yılında Kıbrıs Krallığı tarafından ele geçirilmiştir ki bu da Kız Kalesi’nin Akdeniz’deki jeopolitik mücadelelerde ne denli önemli bir rol oynadığını gösterir. Kız Kalesi, zaman içinde Selçuklular, Ermeniler ve Osmanlılar tarafından da kullanılmış.
Roma Dönemi’nde ise ünlü coğrafyacı Strabon, kaleyi korsanların barınak olarak kullandığından bahseder. Bu dönemde kale, hem savunma hem de korsanların sığınak yeri olarak önemli bir merkez haline gelmiştir. Bizans ve Ermeni hükümdarlıkları döneminde de kale, karadaki kadar önemli bir savunma noktası olarak değerlendirilmiş ve sık sık restorasyonlarla güçlendirilmiştir.
Kaleye ulaşım, kıyıdan kalkan teknelerle sağlanıyor. Tekne yolculuğu sırasında, kalenin ve çevresindeki doğal güzelliklerin tadını çıkarabilirsiniz. Kaleye vardığınızda, sizi etkileyici surlar, kuleler ve iç avlu karşılıyor. Kalenin içinde yer alan kilise, sarnıç ve diğer yapılar, o dönemin yaşam tarzına dair ipuçları veriyor.
Kız Kalesi’nin Efsanesi
Kızkalesi, adını bir efsaneye borçludur. Rivayete göre, bölgeyi yöneten bir kralın çok sevdiği kızı, gelecekte bir yılan tarafından ısırılarak öleceğine dair bir kehanet alır. Kral, bu kaderi engellemek için denizin ortasında yükselen bu ada üzerine, kızını her türlü tehlikeden korumak amacıyla muazzam bir kale inşa ettirir. Kale, yüksek duvarları ve zorlu erişimi ile kralın kızını her türlü tehlikeden koruyacak şekilde tasarlanmıştır. Ancak kaderin kaçınılmazlığı karşısında, bir gün kaleye getirilen sepet içindeki üzümlerden bir yılan çıkar ve prensesi ısırır. Böylece, kralın tüm çabalarına rağmen kehanet gerçekleşir.
Eşsiz konumu, mimarisi, efsanesi ve muhteşem deniz manzarası ile Kızkalesi, mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerdendir. Bu nedenle, Mersin’e yolunuz düştüğünde, Kızkalesi’ni ziyaret etmeyi unutmayın..
Cennet ve Cehennem Obrukları (Mağaraları)
Mersin’in Silifke ilçesinde, Narlıkuyu köyü yakınlarında yer alan Cennet ve Cehennem Obrukları, doğanın milyonlarca yılda yarattığı iki etkileyici çöküntü. Bu doğal oluşumlar, yer altı sularının uzun yıllar boyunca kireç tabakasını eriterek boşaltması sonucu oluşmuş, tavanın çökmesiyle meydana gelmiştir. Biri diğerinin hemen yanında yer alan bu obruklar, farklı oluşum süreçleri ve özellikleriyle ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor.
Cennet Obruğu
Elips şeklindeki ağız kısmının 250 x 110 metre ölçülerinde olduğu Cennet Obruğu, derinliği 70 metre olan derinliğinde devasa bir çöküntü. Obruğa, çoğu antik dönemlerden kalma 452 basamaklı taş merdivenle iniliyor. Bu merdivenler, obruk boyunca indikçe değişen bitki örtüsünü ve muhteşem kaya formasyonlarını yakından gözlemleme fırsatı sunar.
Obruğun tabanında yer alan, 200 metre uzunluğunda ve en derin noktası 135 metre olan büyük bir mağara bulunur. Bu mağaranın içinde, sarkıt ve dikitlerle süslü etkileyici bir yeraltı dünyası sizi bekliyor. Mağaranın hemen girişinde, dindar bir kişi olan Paulus tarafından 5. yüzyılda Meryem Ana’ya ithafen inşa edilen dikdörtgen planlı, blok kesme taşlardan yapılmış küçük bir kilise yapısı bulunur. Ayrıca, Cennet Mağarası’nın bitimine yakın bir yerde Hellenistik Dönem’den kalma bir Zeus Tapınağı’da bulunur. Dor düzeninde yapılmış olan bu tapınağın kuzey duvarında, Hellenistik ve Roma dönemlerinde görev yapmış 130 din adamının adları yazılmıştır.
Cehennem Obruğu
Cennet Obruğu’nun hemen yanında yer alan Cehennem Obruğu ise, adını dibi görünmeyen derinliğinden ve ürkütücü atmosferinden alıyor. Ağız kısmı 75 x 50 metre ölçülerinde ve 128 metre derinliği bu obruk, dik ve kayalık duvarlarıyla aşağıya inmeyi neredeyse imkansız hale getiriyor. Bu nedenle de, mitolojide yeraltı dünyasının giriş kapısı olarak tasvir edilmiş.
Yunan mitolojisine göre, Zeus, alevler kusan yüz başlı ejderha Typhon’u buradaki bir kavgada yendikten sonra onu Etna Yanardağı’nın altına sonsuza dek kapatmadan önce bir süre Cehennem çukurunda hapseder. Cehennem Obruğu, özellikle macera arayan ve gizemli hikayelerle çevrili yerleri keşfetmek isteyen ziyaretçiler için büyük bir ilgi çekicilik sunar. Ziyaretçiler, obruk kenarından tehlikeli yapısını ve içinden yükselen mistik atmosferi izleyebilirler.
Cennet ve Cehennem Obrukları’na ulaşım, Mersin’in Silifke ilçesinden kalkan minibüslerle veya özel araçla sağlanabilir. Obruklar, Narlıkuyu köyüne yaklaşık 2 km uzaklıkta yer alıyor. 2021 yılında Cennet Obruğuna daha kolay inilebilmesi için asansör, Cehennem Obruğuna ise cam seyir terası inşa edilmiştir.
Cennet ve Cehennem Obrukları, sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda tarihi ve mitolojik hikayeleriyle de ilgi çekici. Bu obrukları ziyaret ederek, doğanın gücüne ve yaratıcılığına tanık olabilir, antik dönemlerin izlerini sürebilirsiniz.
Aynalıgöl (Gilindire) Mağarası
Aynalıgöl (Gilindire) Mağarası, Mersin’in Aydıncık ilçesine bağlı Gilindire köyünde yer alıyor ve Mersin’in en büyüleyici doğal harikalarından biri olarak kabul ediliyor. Bu etkileyici mağara, 1999 yılında bir çoban tarafından tamamen tesadüfen keşfedildi. Ancak Aynalıgöl, yalnızca keşfiyle değil, aynı zamanda sahip olduğu doğal güzelliklerle de dikkat çekiyor.
Aynalıgöl Mağarası’nın tarih sahnesine çıkışı, yer altı sularının binlerce yıl boyunca kireç taşlarını aşındırmasıyla başlıyor. Bu uzun süreç sonunda mağara, bugün gördüğümüz büyüleyici şekli almış. Keşfi sonrası yapılan çalışmalar, mağaranın hem jeolojik hem de tarihi açıdan büyük önem taşıdığını ortaya koydu. Araştırmalara göre, mağara, tarihin erken dönemlerinde ilk insanların barınağı olarak da kullanılmış.
Mağaranın en dikkat çekici özelliği ise adını da aldığı Aynalıgöl. Bu göl, suyunun kristal berraklığı ve mağaranın derinliklerinde yarattığı büyüleyici ışık oyunlarıyla ziyaretçilerini adeta başka bir dünyaya taşıyor. Mağara duvarlarında yer alan kalsit oluşumları ise doğal bir sanat eserini andırıyor. İçeride ayrıca farklı renk ve şekillerde sarkıtlar ve dikitler de yer alıyor, bu da mağarayı görsel bir şölen haline getiriyor.
Aynalıgöl Mağarası’na ulaşım ise oldukça kolay. Mağaraya yapılan ziyaretler, rehber eşliğinde gerçekleştirilir ve mağara içerisindeki belirlenmiş yolların dışına çıkmak yasaktır. Bu önlemler, hem ziyaretçilerin güvenliği hem de bu doğal harikanın korunması açısından büyük önem taşır. Mağaranın derinliklerine indikçe, sizi adım adım tarihin ve doğanın kucakladığı eşsiz bir atmosfer karşılar.
Uzuncaburç (Diocaesarea) Antik Kenti
Uzuncaburç (Diocaesarea), Mersin’in Silifke ilçesinin kuzeyindeki dağlık bölgede yer alan ve antik çağlardan günümüze kadar uzanan etkileyici bir antik kenttir. Bu tarihi kent, Silifke’ye 30 kilometre, Mersin’e ise 104 kilometre uzaklıkta bulunuyor ve bölgenin en önemli arkeolojik alanlarından biri olarak kabul ediliyor.
Diocaesarea, Seleukos İmparatorluğu döneminde bir tapınak merkezi olarak kurulmuş ve zamanla Olba Tapınak Devleti’nin merkezi haline gelmiştir. M.S. 72 yılında, Roma İmparatorluğu döneminde, İmparator Vespasianus tarafından Olba’dan ayrılarak bağımsız bir kent statüsü kazanmıştır. Bu dönemde Diocaesarea, kendi parasını basma hakkına sahip olan önemli bir şehir haline gelmiştir.
Hristiyanlık döneminde, kentin Helenistik tapınaklarından bazıları kiliseye dönüştürülmüş ve kent, bir piskoposluk merkezi olarak önemini korumuştur. Kilikya bölgesinin Arapların eline geçmesiyle terk edilen kent, Osmanlı döneminde yeniden yerleşime sahne olmuş ve o dönemde “Uzuncaburç” adıyla anılmaya başlamıştır. Bu isim, ören yerinde bulunan Helenistik kuleden esinlenilerek verilmiştir ve bugün de bu adla bilinir.
Arkeolojik Yapılar ve Mimari Özellikler
Uzuncaburç, çeşitli dönemlere ait birçok yapıyı bünyesinde barındırıyor:
- Tiyatro: Marcus Aurelius ve Lucius Verus döneminde inşa edilen bu Roman tiyatrosu, antik kentin sosyal yaşamının merkeziydi.
- Helenistik Kule: Savaş sırasında kent halkının sığınağı olarak kullanıldığı düşünülen bu yapı, 16x13x23 ebatlarındadır.
- Tören Kapısı: MS 1. yüzyıldan kalma bu kapı, beş sütundan oluşur ve heykeller için konsollar içerir.
- Zeus Tapınağı: 36 sütunla çevrili bu büyük tapınak, M.Ö. 305-281 yılları arasında Seleukos Nikator I tarafından yaptırılmış ve 5. yüzyılda kiliseye dönüştürülmüştür.
- Şans (Tyche) Tapınağı: Kent soyluları Oppius ve Kyria çifti tarafından yaptırılan bu yapı, hala ayakta olan beş sütunuyla dikkat çeker.
- Anıt Mezar ve Nekropol: Kentin dışında yer alan bu yapılar, kraliyet ailesine ait olduğu düşünülen mezarlar ve geniş bir kaya mezarı alanını içerir.
Uzuncaburç’a adım attığınızda, tarihin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarsınız. Kentin etkileyici kalıntıları arasında dolaşırken, antik çağların izlerini keşfetmek mümkündür. Uzun zamandır tarihe tanıklık eden bu kent, hem geçmişin ihtişamını hem de doğal güzellikleri bir arada sunuyor.
Olba Antik Kenti
Olba Antik Kenti, Mersin’in Silifke ilçesinde, denizden 1040 metre yükseklikte yer alır ve stratejik bir konumda bulunan bu tarihi kent, ilkçağda hüküm süren Olba Krallığı’nın başkenti olarak bilinir. Günümüzde, Helenistik, Roma ve Hristiyanlık dönemlerinden kalan eserleriyle dikkat çeken bu kent, tarihi ve doğal güzellikleriyle ziyaretçileri büyülemeye devam ediyor.
Olba, antik dönemde bir tapınak devleti olarak kurulmuş, Helenistik dönem öncesinden başlayarak, özellikle Lamas (Limonlu) ve Göksu ırmakları arasındaki Dağlık Kilikya bölgesinde hüküm sürmüştür. Seleukos İmparatorluğu döneminde bağımsız bir krallık olarak faaliyetlerine devam eden Olba, Roma İmparatorluğu’nun korsanlara savaş açmasıyla Pompeius tarafından düzen sağlanana kadar korsanların etkisi altında kalmıştır. Bu dönemden sonra Olba, Roma İmparatorluğu’na bağlı bir şehir devleti olarak varlığını sürdürmüştür.
Olba Antik Kenti’nde yer alan ve İmparator Septimus Severus dönemine tarihlenen yapılar arasında dikkat çeken en önemli eser, nekropolün üzerinde kurulu, 150 metre uzunluğunda ve 25 metre yüksekliğindeki iki katlı su kemeridir. Bu muazzam su kemerinin korunması amacıyla inşa edilen kuleler, yapının sadece teknik bir başarı olmadığını, aynı zamanda stratejik bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. Üzerinde “Olbalılar’ın Kenti” yazan bu su kemeri, antik çeşme ile aynı dönemde inşa edilmiş ve Bizans İmparatoru II. Justinian döneminde, yani 566 yılında onarılmıştır. Çeşmenin yanındaki tiyatro binası, günümüze dek bazı oturma basamakları ve sahnenin bir bölümünü koruyabilmiş. Nekropol alanı ise farklı mezar tipleri yer alırken, Helenistik, Roma ve Erken Bizans dönemlerinden kalma evler de bu tarihi dokunun bir parçası olarak antik şehrin tepesinde yer alır.
2015 yılında keşfedilen ve Türkiye’nin en önemli arkeolojik buluntularından biri olan 1800 yıllık Olba Mozaiği, Silifke Müzesi’nde görebilirsiniz. Olba Antik Kenti, tarih meraklıları için keşfedilmesi gereken zengin bir kültürel mirasa sahip ve mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında geliyor.
Adamkayalar ve Şeytan Deresi Kanyonu
Adamkayalar, Mersin’in Erdemli ilçesine bağlı, Şeytan Deresi Kanyonu’nun yamaçlarında yer alan ve adeta doğal bir sanat galerisi niteliğinde olan benzersiz bir yer. Bu etkileyici bölge, adını kayalara oyulmuş insan figürlerinden alıyor ve ziyaretçilerini tarihin derinliklerine, antik çağların gizemli dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
M.Ö. 2. yüzyıla tarihlenen bu özel yer, tüm dünyada nadir bulunan bir arkeolojik ve estetik değere sahiptir. Adamkayalar, eski Olba Krallığı’nın kral ve kraliçelerini betimleyen kabartmalar ve figürlerle süslüdür. Bu figürler, dönemin insanlarının yaşam tarzları, giyim kuşamları ve sosyal yapıları hakkında bize değerli bilgiler sunar. Yüksek kayalıklara özenle oyulmuş bu eserler, o dönemin sanat anlayışı ve dini ritüellerine ışık tutarken, aynı zamanda bölgenin arkeolojik zenginliğini gözler önüne serer.
Adamkayalar’da yer alan 9 oyuk içerisinde toplam 19 figür bulunur. Bu figürler, 11 erkek, 4 kadın, 2 çocuk, 1 dağ keçisi ve 1 kartalı kapsar. Askerin vedası, ayinler, ölü ziyafeti ve bir adamın üzüm salkımı taşıyarak bir keçiyi yönlendirdiği sahneler gibi sahneler, bu kabartmaların her birinin kendine özgü bir hikaye anlattığını gösterir. Bu detaylar, Adamkayalar’ı yalnızca bir sanat eseri değil, aynı zamanda dönemin yaşamına ve inançlarına dair zengin bir kaynak haline getirir.
Şeytan Deresi Kanyonu
Adamkayalar’ın bulunduğu Şeytan Deresi Kanyonu, Toros Dağları’nın eteklerinde, Kazıdere’nin eski yatağı boyunca uzanır. Kanyon, Mersin’in en etkileyici manzaralarından birini sunar ve burada, zaman zaman 90 dereceye varan dik yamaçlar ve derin vadiler bulunur. Yörenin insanı tarafından “Şeytan Deresi” olarak adlandırılan bu kanyon, tarih boyunca birçok medeniyetin izlerini taşır.
Adamkayalar ve Şeytan Deresi Kanyonu, doğa ve tarih severler için Mersin’deki ziyaret edilmesi gereken en ilginç yerlerdendir. Buraya ulaşmak için biraz zorlu bir yürüyüş yapmak gerekebilir. Erişim yolu biraz maceralı olsada, yürüyüş sonrasında, karşınıza çıkan muhteşem manzara, tüm çabanıza değecektir.
Anemurium Antik Kenti
Anemurium Antik Kenti, Mersin’in Anamur ilçesinde, Akdeniz’in maviliklerine komşu, tarihi ve doğal güzellikleriyle öne çıkan, yerel dilde Anamuryum olarak da bilinen eski bir yerleşim yeridir. Anemurium Antik Kenti, Anamur’un merkezine sadece 7,5 km uzaklıkta, Mersin’e ise 237 km mesafededir.
Anemurium kelimesi, “Rüzgarlı Burun” anlamına gelir ve ilçenin ismi de buradan gelmektedir. Türkiye’nin en iyi korunmuş antik kentlerinden biri olarak kabul edilen bu tarihi mekan, geçmişten günümüze kadar olan süreçte pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır.
Türkiye’nin en güney kıyısında konumlanmış Anemurium, tarihte Kıbrıs ile önemli bir ticaret ve iletişim köprüsü oluşturmuştur. İlk olarak Roma döneminde 4. yüzyıla tarihlenen bu antik kent, zaman içinde önemli bir ihracat limanı olarak gelişmiş, fakat Sasaniler’in işgali ve ardından gelen dönemlerde inişli çıkışlı bir tarihe sahne olmuştur. İsauralı Zeno’nun yönetiminde ekonomik olarak yeniden canlanan kent, Arap akınları ile birlikte yavaş yavaş terk edilmiş ve sonrasında Selçuklu ve Osmanlı egemenliğine girmiştir.
Anemurium, göz alıcı doğal manzaraları ve arkeolojik zenginlikleri ile dikkat çeker. Surları, tiyatrosu, hamamları ve nekropolü ile dikkat çeken kent, aynı zamanda su kemerleri ve deniz feneri ile de ön plana çıkar. Özellikle 900 kişilik tiyatrosu, iki katlı halk hamamı ve nekropol hamamında bulunan mozaikler ziyaretçilere antik çağın sosyal ve kültürel yaşamını gözler önüne serer.
Akdeniz’in berrak sularıyla çevrili olan Anemurium Antik kenti, ziyaretçilere yaz aylarında serinlemek ve su altı keşifleri yapmak içinde fırsatlar sunar. Burada, geçmişin izlerini sürebilir, antik dönemlerin atmosferini soluyabilir ve Akdeniz’in maviliklerinde kaybolabilirsiniz.
Alahan Manastırı
Alahan Manastırı, Mersin’in Mut ilçesine bağlı Geçimli köyü yakınlarında, Toros Dağları’nın eteklerinde yer alan ve 1200 metre yükseklikte konumlanan tarihi bir hazine. Erken Hristiyanlık dönemine ait olan bu manastır kompleksi, muhteşem manzarası ve etkileyici mimarisi ile dikkat çekiyor. Alahan Manastırı, Mersin’in merkezine yaklaşık 130 km uzaklıkta, Mut ilçe merkezine ise sadece 20 km mesafede bulunuyor.
Manastırın tarihi 5. yüzyıla kadar uzanıyor ve Bizans İmparatorluğu döneminde önemli bir dini merkez olarak hizmet vermiş. Alahan Manastırı, taş işçiliği ve mimari detaylarıyla döneminin sanatını ve estetiğini gözler önüne seriyor. Manastır kompleksi, iki kilise, vaftizhane, keşiş odaları ve mezarlardan oluşuyor. Özellikle kiliselerin taş işçiliği, sütunlar ve kabartmalar, ziyaretçileri büyülüyor. Manastırın doğu kısmında yer alan büyük kilisenin apsisi (yarım kubbe), İsa’nın doğumu ve vaftizi gibi önemli sahneleri betimleyen zarif mozaikleriyle dikkat çekiyor. Yüksek tavanları, ince işlenmiş sütunları ve geniş pencereleriyle bu kilise, Bizans dönemi mimarisinin en güzel örneklerinden biridir.
Alahan Manastırı’nın bir diğer özelliği, bulunduğu yüksek konumdan dolayı adeta gökyüzüne dokunuyormuş gibi hissettirmesi. Manastırın teraslarından bakıldığında, sonsuz gibi görünen Toros Dağları ve aşağıda uzanan vadi manzarası nefes kesici. Manastırın inşası sırasında taşların nasıl taşındığı ve böylesine zor bir arazide nasıl inşa edildiği düşündürücüdür. Alahan Manastırı, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde de yer alır ve “Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor” şeklinde övgüyle bahsedilir. Manastırın çevresindeki kayalıklarda, keşişlerin inzivaya çekildiği mağaralar ve kaya mezarları bulunur.
Alahan Manastırı’na ulaşım, Mut ilçesinden yaklaşık 20 dakikalık bir araç yolculuğu ile mümkün. Yollar biraz kıvrımlı ve dik olsa da, manzara oldukça keyifli. Ziyaret için en uygun zaman ilkbahar ve sonbahar ayları, çünkü bu dönemde hava şartları hem seyahat hem de keşif için ideal. Manastırı gezmek yaklaşık 1-2 saatinizi alacaktır. Yanınıza rahat yürüyüş ayakkabıları ve su almanız iyi olur.
Mamure Kalesi
Mamure Kalesi, Mersin’in Anamur ilçesinde, Akdeniz’in mavi sularına nazır bir noktada, adeta tarihin derinliklerinden günümüze uzanan bir anıt gibi yükseliyor. Anamur’un merkezine sadece 6 kilometre uzaklıkta yer alan bu görkemli yapı, Mersin’e ise yaklaşık 216 kilometre mesafede bulunuyor.
3. yüzyılda Romalılar tarafından inşa edilen Mamure Kalesi, zamanla Bizanslılar, Selçuklular, Ermeniler, Karamanoğulları ve Osmanlılar gibi birçok medeniyetin hükmü altına girmiş. Bu nedenle, kale içinde farklı mimari tarzların bir araya geldiği benzersiz bir yapı sergileniyor. 39 kulesi, geniş surları, hendeği, camisi, hamamı ve sarnıçlarıyla adeta küçük bir şehir olan Mamure Kalesi, tarihin derin izlerini günümüze taşıyor.
Kalenin en dikkat çekici özelliklerinden biri, devasa boyutları ve sağlam yapısıdır. 23.500 metrekarelik bir alanı kaplayan Mamure Kalesi, Türkiye’nin en büyük kaleleri arasında yer alıyor. İçinde yer alan cami ise Anadolu’nun en eski camilerinden biri olarak kabul ediliyor. Kalenin surlarından denize baktığınızda, ufka kadar uzanan deniz manzarası gerçekten nefes kesicidir.
Eshab-ı Kehf Mağarası
arsus’un kuzeyinde, Encülüs Dağı’nın eteklerinde yer alan Eshab-ı Kehf Mağarası, Kuran-ı Kerim’de adı geçen yedi uyuyanların efsanesine ev sahipliği yapmasıyla hem tarihi hem de dini önemiyle dikkat çekiyor. Hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar için kutsal kabul edilen bu mağara, yüzyıllardır inanç turizminin önemli merkezlerinden biri olarak ziyaretçilerini kendine çekiyor.
Eshab-ı Kehf Mağarası, Tarsus şehir merkezine yaklaşık 12 km uzaklıkta, deniz seviyesinden yaklaşık 1000 metre yükseklikte bulunuyor. Mağaraya ulaşmak için önce Dedeler Köyü’ne gitmeniz gerekiyor; buradan sonra yaklaşık 2 km’lik bir yoldan geçerek mağaranın bulunduğu tepeye ulaşıyorsunuz. Bu yolculuk, ziyaretçileri yavaş yavaş mistik bir atmosfere hazırlıyor.
Mağaranın tarihi, Kuran-ı Kerim’in Kehf Suresi’nde anlatılan yedi uyuyanlar hikayesine dayanıyor. Efsaneye göre, putperest Roma İmparatoru Decius döneminde, inançlarından vazgeçmeyen yedi genç, köpekleri Kıtmir ile birlikte bu mağaraya sığınmış ve 309 yıl boyunca burada uyumuşlar. Uyandıklarında ise bambaşka bir dünyaya gözlerini açmışlar.
Eshab-ı Kehf Mağarası, doğal bir oluşum olmasına rağmen yüzyıllar boyunca insanlar tarafından kutsal kabul edilmiş ve çeşitli eklemeler yapılmış. Mağaranın girişinde yer alan mescit, Osmanlı Padişahı Abdülaziz tarafından 1873 yılında yaptırılmış. Mağaranın içinde ise yedi uyuyanların mezarları olduğu düşünülen sandukalar yer alıyor.
Mağara, ziyaretçilerine mistik ve huzur dolu bir atmosfer sunuyor. Yüksek tavanlı, geniş ve serin bir ortamda, mağaranın doğal sarkıt ve dikitleri adeta birer sanat eseri gibi göz kamaştırıyor. Eshab-ı Kehf Mağarası, sadece inanç turizmi açısından değil, aynı zamanda doğal güzellikleri ve tarihi dokusuyla da büyüleyici bir yer.
Astım Mağarası
Astım Mağarası, Mersin’in Silifke ilçesine bağlı Narlıkuyu beldesinde yer alan ve doğal güzellikleriyle ünlü bir mağara. Silifke ilçe merkezine yaklaşık 10 kilometre mesafede bulunan bu etkileyici mağara, aynı zamanda Cennet-Cehennem Obrukları’na yakın bir konumda bulunuyor.
Astım Mağarası, adını astım hastalarına iyi geldiğine inanılan havasından alıyor. İçindeki yüksek nem oranı ve temiz hava, solunum yolu rahatsızlıkları olan ziyaretçilere rahatlama sağlıyor. Mağara, doğal oluşumu, sarkıt ve dikitleriyle ziyaretçilerini büyüler. Derinliği yaklaşık 200 metre olan bu mağara, içinde birçok galeri ve odacık barındırır. Yüzlerce yıl süren doğal süreçler sonucu oluşan bu mağara, jeolojik açıdan da büyük bir öneme sahip.
Astım Mağarası, geniş galerileri ve odacıklarıyla dikkat çekiyor. Sarkıt ve dikitlerin birleşerek oluşturduğu sütunlar, mağara içinde büyüleyici bir atmosfer yaratıyor. Ziyaretçilerin güvenli bir şekilde dolaşabilmesi için mağara içindeki yollar ve merdivenler düzenlenmiş. Bu sayede mağaranın derinliklerine doğru rahatça ilerleyebilir ve doğanın bu harikasını keşfetmenin tadını çıkarabilirsiniz.
Astım Mağarası’nın havasının astım ve bronşit gibi solunum yolu hastalıklarına iyi geldiğine inanılıyor. Bu nedenle, mağara hem sağlık turizmi açısından hem de doğal güzellikleriyle pek çok ziyaretçinin ilgisini çekiyor. Mağara içinde yürürken, nemli ve serin havası size rahatlama hissi verirken, doğal taş oluşumları ve küçük göletler ziyaretçilere benzersiz bir görsel şölen sunuyor.
Kleopatra Kapısı
Mersin’in Tarsus ilçesinde, şehrin kalbinde yükselen Kleopatra Kapısı, sadece bir tarihi eser değil, aynı zamanda bir dönemin ihtişamını ve aşkını yansıtan bir anıt. Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın Tarsus’a gelişini kutlamak için yaptırılan bu görkemli kapı, günümüzde şehrin simgelerinden biri haline gelmiş durumda.
Kleopatra Kapısı, Tarsus’un merkezinde, eski Roma yolu üzerinde yer alıyor. Şehrin en işlek caddelerinden birinde bulunan kapı, yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktalarından biri.
Kapının tarihi, MÖ 41 yılına kadar uzanıyor. Roma İmparatoru Marcus Antonius’un daveti üzerine Tarsus’a gelen Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın şehre gelişini kutlamak için bu görkemli kapı inşa edilmiş. Kapının yapımında kullanılan malzemeler ve işçilik, dönemin mimari anlayışını ve estetik değerlerini yansıtıyor.
Kleopatra Kapısı, iki büyük kule ve bu kuleleri birbirine bağlayan bir kemerden oluşuyor. Kulelerin üzerinde yer alan kabartmalar, Roma mitolojisindeki tanrı ve tanrıçaları tasvir ediyor. Kapının her iki yanında yer alan nişlerde ise Kleopatra ve Marcus Antonius’un heykelleri bulunuyordu, ancak bu heykeller günümüze ulaşamamış.
Kleopatra Kapısı’nın en etkileyici özelliklerinden biri, üzerindeki kabartmaların ince işçiliği ve detayları. Bu kabartmalar, dönemin sanat anlayışı hakkında önemli ipuçları veriyor. Kapının heybetli yapısı ve süslemeleri, ziyaretçiler üzerinde derin bir etki bırakıyor.
Kleopatra Kapısı’na ulaşım oldukça kolay. Tarsus’un merkezinde yer alan kapıya, şehir içi ulaşım araçlarıyla veya yürüyerek kolayca ulaşabilirsiniz.
Tarsus Doğa Parkı ve Hayvanat Bahçesi
Mersin’in Tarsus ilçesinde, doğa ve hayvanseverler için eşsiz bir deneyim sunan Tarsus Doğa Parkı ve Hayvanat Bahçesi, 110 dönümlük geniş bir alana yayılıyor. 2013 yılında açılan park, Türkiye’nin en doğal hayvanat bahçelerinden biri olarak kabul ediliyor.
Park, ziyaretçilere doğayla iç içe olma fırsatı sunarken, aynı zamanda pek çok farklı hayvan türünü yakından görme imkanı da sağlar. Bu özellikleriyle park, hem eğitim hem de eğlence amaçlı ziyaretler için idealdir.
Tarsus Doğa Parkı ve Hayvanat Bahçesi, hayvanların doğal yaşam alanlarına en yakın şekilde tasarlanmış. Parkta filler, zürafalar, aslanlar, kaplanlar, zebralar, maymunlar, çeşitli kuş türleri ve sürüngenler gibi birçok farklı hayvan türü bulunuyor. Hayvanların yaşam alanları, onların doğal ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde geniş ve özenle hazırlanmış.
Tarsus Doğa Parkı ve Hayvanat Bahçesi, sadece hayvanları gözlemlemek için değil, aynı zamanda eğlenceli ve öğretici bir gün geçirmek için de ideal bir yer. Parkta çocuklar için oyun alanları, piknik alanları ve kafeterya bulunuyor. Ayrıca, parkta düzenlenen çeşitli etkinlikler ve eğitimler sayesinde, ziyaretçiler hayvanlar ve doğa hakkında daha fazla bilgi edinebiliyor.
Tarsus Doğa Parkı ve Hayvanat Bahçesi, hem doğayla baş başa kalmak hem de çeşitli hayvanları yakından görmek isteyenler için ideal bir mekan. Aileniz ve sevdiklerinizle keyifli bir gün geçirmek için Tarsus Doğa Parkı ve Hayvanat Bahçesi’ni mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Mersin Arkeoloji Müzesi
Mersin Arkeoloji Müzesi, bölgenin zengin tarihini ve kültürel mirasını keşfetmek isteyenler için benzersiz bir fırsat sunuyor. 2017 yılında açılan bu modern müze, ziyaretçilerini geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
İki katlı geniş bir binada hizmet veren Mersin Arkeoloji Müzesi, sergi alanıyla da dikkat çekiyor. Müzenin koleksiyonunda, Neolitik Çağ’dan Osmanlı Dönemi’ne kadar uzanan geniş bir yelpazede eserler sergileniyor. Ziyaretçiler, heykellerden lahitlere, mozaiklerden seramiklere, sikkelerden takılara kadar pek çok eseri inceleyerek bölgenin tarihini yakından tanıma fırsatı buluyor.
Mersin Arkeoloji Müzesi’nin en dikkat çekici eserlerinden biri, Soli-Pompeiopolis Antik Kenti’nden çıkarılan ve M.S. 2. yüzyıla tarihlenen mozaik taban döşemeleridir. Bu mozaikler, Roma döneminin sanatsal ve kültürel zenginliğini gözler önüne seriyor. Ayrıca, müzede yer alan bronz heykel ve lahitler, o dönemin inanışları ve sosyal yapısı hakkında önemli ipuçları sunuyor.
Müzenin bir diğer ilgi çekici bölümü ise Tarsus ve çevresinde yapılan kazılardan çıkarılan eserlerin sergilendiği alandır. Bu bölümde, Hitit, Fenike, Asur, Pers ve Yunan medeniyetlerine ait çeşitli objeler ve eserler yer alıyor. Ziyaretçiler, bu eserler aracılığıyla Mersin’in tarih boyunca nasıl bir kültürel kavşak noktası olduğunu keşfedebilirler.
Taşkuyu Mağarası
Taşkuyu Mağarası, Mersin’in Tarsus ilçesinde, doğanın binlerce yıl süren sabırlı çalışmasının bir eseri olarak karşımıza çıkıyor. Tarsus şehir merkezine yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta, Taşkuyu Mahallesi’nde yer alan bu büyüleyici mağara, hem doğal güzellikleri hem de jeolojik özellikleriyle ziyaretçilerine eşsiz bir deneyim sunuyor.
Taşkuyu Mağarası, karstik yapısıyla doğanın gücünü ve yaratıcılığını gözler önüne seriyor. Mağara içinde adım attığınız anda sizi karşılayan sarkıtlar, dikitler, sütunlar ve damlataş havuzları, yer altı sularının kireçtaşı kayaları şekillendirmesiyle oluşmuş. Bu doğal oluşumlar, mağaraya adım atan her ziyaretçiyi büyüleyici bir atmosfere davet ediyor, adeta doğanın bir sanat galerisi gibi.
Mağaranın içinde yapılan arkeolojik çalışmalar, tarih öncesi dönemlere ait kalıntıların varlığını ortaya çıkarmış. Bu buluntular, Taşkuyu Mağarası’nın binlerce yıl önce de insanlar tarafından barınak olarak kullanıldığını gösteriyor. Mağaranın zengin geçmişi, bu doğal harikayı sadece bir jeolojik oluşum olmanın ötesine taşıyor; burada adeta tarihin izlerine dokunmak mümkün.
Taşkuyu Mağarası’nın en dikkat çekici yanlarından biri, içindeki sarkıt ve dikitlerin büyüleyici güzelliğidir. Mağara boyunca ilerledikçe, bu doğal oluşumların farklı renk ve şekillerde olduğunu hayranlıkla izlersiniz. Ayrıca, mağara içindeki küçük göletler ve su birikintileri, mağaraya huzurlu bir atmosfer katar. Yıl boyunca sabit kalan sıcaklık ve nem oranı sayesinde, yazın sıcağından kaçmak isteyenler için serin bir sığınak sunar.
Taşkuyu Mağarası, doğanın ve tarihin iç içe geçtiği bu büyüleyici atmosferiyle ziyaretçilerine unutulmaz bir deneyim vaat ediyor. Eğer yolunuz Tarsus’a düşerse, bu eşsiz mağarayı keşfetmeyi unutmayın.
Mersin Marina
Mersin’in merkezinde, Akdeniz’in kıyısında yer alan Mersin Marina, modern tasarımı ve sunduğu olanaklarla hem yerel halkın hem de turistlerin vazgeçilmez uğrak noktalarından biri. 574 yat kapasitesiyle Türkiye’nin en büyük marinalarından biri olan Mersin Marina, sadece deniz tutkunlarına değil, aynı zamanda alışverişten yeme içmeye, eğlenceden sosyal aktivitelere kadar her kesime hitap eden bir yaşam alanı sunuyor.
Mersin Marina’ya ulaşım son derece kolay. Şehir merkezinde yer alan bu marinaya toplu taşıma araçlarıyla veya özel araçla rahatlıkla gidebilirsiniz. Otopark alanının bulunması, özel araçla gelenler için büyük bir avantaj sağlıyor.
Mersin Marina, yat sahiplerine güvenli ve konforlu bir barınma imkanı sunuyor. 24 saat güvenlik hizmeti, elektrik ve su bağlantıları, atık toplama hizmetleri, duş ve tuvaletler, çamaşırhane, teknik servis ve bakım hizmetleri gibi birçok olanak burada mevcut. Ayrıca, marina bünyesinde yer alan alışveriş merkezleri, restoranlar ve kafeler, hem yat sahiplerinin hem de ziyaretçilerin tüm ihtiyaçlarını karşılamak üzere özenle tasarlanmış.
Marina içindeki restoran ve kafelerde, Akdeniz mutfağından dünya mutfaklarına kadar geniş bir yelpazede lezzetleri deneyimleyebilirsiniz. Mersin Marina, yıl boyunca düzenlenen etkinlikler, konserler ve festivallerle de sosyal ve kültürel aktivitelerin merkezi haline geliyor. Akşamları marina çevresinde yapacağınız bir yürüyüş, güneşin batışını izlerken size unutulmaz anlar yaşatabilir.
Mersin Marina, sadece deniz tutkunları için değil, aynı zamanda şehrin sosyal hayatının içinde olmak isteyen herkes için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Burada, Akdeniz’in mavi sularına karşı keyifli zaman geçirebilir, Mersin’in sunduğu güzelliklerin tadını çıkarabilirsiniz.